ISSN 2149-0287
Boğaziçi Tıp Dergisi - Bosphorus Med J: 4 (1)
Cilt: 4  Sayı: 1 - 2017
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Cranial MRI Findings in Patients with Hemifacial Spasm
Hemifasiyal Spazm Olgularında Kranial MRI Bulguları
Eren Gözke, Zehra Aktan, Sıdıka Sinem Taşdemir, Hilal Taştekin Toz, Pelin Doğan Ak, Burcu Seher Anıl
doi: 10.15659/bogazicitip.17.02.656  Sayfalar 1 - 3
GİRİŞ ve AMAÇ: Klonik hemifasiyalspazm (HFS) yüzün bir yarısında fasiyal sinir inervasyonlu kaslarda istemsiz çekilmelerin olduğu ve hastanın günlük yaşamının olumsuz olarak etkilendiği bir durumdur. Bu çalışmada klonik HFS tanısı konan olgularda kranial MR bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Klinik olarak klonik HFS tanısı konulan 53’ü kadın (%57,6), 39’u erkek (%42,3) olmak üzere toplam 92 hastanın kraniyal MR görüntülemeleri incelendi.
BULGULAR: Olguların yaş dağılımı 23-81 ve yaş ortalaması 55,5 ± 13,1 idi. Kırk olguda (%43.4) kraniyal MR normal bulundu. Kırkaltı olguda (%50) küçük damar hastalığı ile uyumlu bulgular, 7 olguda (%7,6) dolikoektazik baziler arter, 6 olguda (%6,5) serebral atrofi, 2 olguda (%2,1) benign tonsiller ektopi, 1 olguda (%1,08) pontoserebellar köşede araknoid kist, 1 olguda (%1,08) pontoserebellar köşe tümörü, 1 olguda (%1,08) periventriküler demiyelinizan plaklar görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Klonik HFS fasiyal sinirin seyri boyunca oluşan herhangi bir lezyona bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bizim olgularımızın sadece 9’unda(%9,7) kranial MR ile direkt olarak fasiyal siniri irrite eden patolojik bulgu (dolikoektazik baziler arter, pontoserebellar köşede araknoid kist, pontoserebellar köşe tümörü) gösterilebilmiştir. Olguların yarısında küçük damar hastalığının varlığı aterosklerotik sürecin klonik hemifasiyal spazmın oluşumuna zemin hazırladığını göstermektedir.
INTRODUCTION: Clonic hemifacial spasm (HFS) is a disorder characterized by involuntary contractions of muscles innervated by facial nerve on one side of face and it negatively affects daily life. The aim of this study was to investigate cranial MRI findings in patients with HFS.
METHODS: Cranial MRI findings of 92 patients (53 female, 39 male) who have HFS were evaluated radiologically.
RESULTS: Age range and mean ages of cases were 23-81 and 55,5 ± 13,1, respectively. Cranial MRI was normal in 40 (43,4%) patients. We detected small vessel disease in 46 (50%), dolicoectasic basilar artery in 7 (7,6%), cerebral atrophy in 6 (6,5%), benign tonsillar ectopi in 2 (2,1%), arachnoid cyst in pontocerebellar angle in 1 (1,08%), pontocerebellar angle tumor in 1 (1,08%), and periventricular demyelinating plaque in 1 (1,08%) of the patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Clonic HFS can occur due to any pathology in the course of facial nerve. In our patients cranial MRI showed direct irritation of facial nerve in only 9 (9,7%) cases (dolicoectasic basilar artery, arachnoid cyst and tumor in pontocerebellar angle). The presence of small vessel disease in half of the patients suggests relationship between atherosclerotic process and occurrence of clonic HFS.

2.
Piriformis Sendromu Tedavisinde Ultrason Eşliğinde Enjeksiyonun Kısa Dönem Etkinliğinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Short-term Effectiveness of Ultrasound-guided Injection in Treatment of Piriformis Syndrome
Duygu Geler Külcü, Nilgün Mesci, Sevilay Çüçen Batıbay, Aslıhan Taraktaş, İlknur Aktaş
doi: 10.15659/bogazicitip.17.02.662  Sayfalar 4 - 7
GİRİŞ ve AMAÇ: Piriformis sendromu (PS) olan hastalarda ultrason (US) eşliğinde steroid ve lokal anestezik (LA) enjeksiyonunun kısa dönem etkinliğini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Piriformis sendromlu 17 hasta (14/3: kadın/erkek; yaş ortalaması 56.2±10.2 yıl) çalışmaya dahil edildi. PS tanısı klinik anamnez, piriformis kası üzerinde hassasiyet, Freiberg test, Pace bulgusu ve fleksiyon-adduksiyon-internal rotasyon (FAIR) test sonuçları ile konuldu. US eşliğinde enjeksiyon öncesi ve enjeksiyondan 1 hafta sonra tedavinin etkinliği; uzun süreli oturma sonrası vizüel ağrı skalası (VAS: 0-10), piriformis kası üzerinde derin palpasyonla hassasiyet (var/ yok), Freiberg testi (pozitif/negatif), Pace bulgusu (pozitif/negatif) ve FAIR testi (pozitif/negatif) ile değerlendirildi. İstatistiksel analizlerde McNemar test ve Wilcoxon test kullanıldı.
BULGULAR: VAS ağrı skorlarının ortalaması 9.2±1.4’den 3.7±0.1’e geriledi (p<0.001). Piriformis kası üzerindeki hassasiyet %82, Freiberg testi %80, Pace bulgusu %75 ve FAİR testi %82 oranında istatistiksel olarak anlamlı derecede negatifleşti (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ultrason eşliğinde LA ile kombine steroid enjeksiyonu pirifomis sendromlu hastalarda etkili bir tedavi seçeneğidir.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to evaluate the short-term efficacy of ultrasound (US)-guided steroid and local anaesthetic (LA) injections in patients with piriformis syndrome (PS).
METHODS: 17 patients (14/3: female/male; mean age 56.2 years) were diagnosed with PS based on clinical history, tenderness on piriformis muscle, Freiberg test, Pace sign and flexion-adduction-internal rotation (FAIR) test results. Patients who had all tests positive were considered as PS. The therapeutic effect was evaluated at baseline and 1 week after the US-guided injection by visual analog scale (VAS: 0-10) during sitting, tenderness on the piriformis muscle (absent/present), Pace sign (absent/present), Freiberg test (absent/present) and FAIR test (absent/present). Statistical analysis were done with McNemar test and Wilcoxon test.
RESULTS: VAS improved from 9.2±1.4 to 3.7±0.1 (p<0.001). Tenderness (82%), Freiberg test (80%), Pace sign (75%) and FAIR test (82%) significantly dissapeared (p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: US-guided steroid combined with LA injection may be an effective treatment option for patients with PS.

3.
D-DİMER’in Acil Serviste Kullanım Alanları ve Pulmoner Embolide Yaş ile İlişkisi
Usage Area of D-Dimer in Emergency Service and Relation with Age in Pulmonary Embolism
Senem Bıçakçı, Fatma Sarı Doğan, Özlem Güneysel
doi: 10.15659/bogazicitip.17.02.652  Sayfalar 8 - 15
GİRİŞ ve AMAÇ: Acil servise herhangi bir nedenle başvuran ve klinik kuşku sonrasında D-Dimer (DD) bakılan hastalarda; DD kullanım alanı ve sıklığı; pulmoner emboli (PE) ön tanılı 50 yaş üstü hastalarda DD eşik değeri için “yaş x 10” formülünün kullanılması ile DD’nin yaşa göre duyarlılığı ve özgüllüğü araştırıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak–31 Aralık 2014 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuran 1593 hasta çalışmaya dâhil edildi. DD immunoturbidimetrik yöntemle ölçüldü ve 500 ng/ml eşik değer olarak alındı.
BULGULAR: DD düzeyi olguların 747’sinde (%46,9) 500 ng/ml altında, 846’sında (%53,1) 500 ng/ml ve üzerinde saptandı. DD 500 ng/ml ve üzeri olan olguların yaş ortalaması 62,17±20,36 (15-113) yıldır. %54,1’i (n=458) kadındı. DD≥500 ng/ml olanların tanı dağılımında en yüksek oran %19.1 ile akciğer hastalıklarında, görüntüleme yöntemi olarak en fazla %43,9 ile (n=371) PAAC istendiği saptandı. DD’nin pulmoner emboli için duyarlılığı % 90, özgüllüğü % 88, negatif öngörü değeri ise % 99 olarak saptandı. Derin ven trombozu için ise DD’nin duyarlılığı % 93, özgüllüğü % 97, negatif öngörü değeri ise % 99 olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pulmoner emboli ve derin ven trombozu için DD’nin duyarlılık, özgüllük ve özellikle negatif öngörü değeri oldukça yüksektir. Pulmoner emboli şüphesi olan 50 yaş ve üzeri hastalarda D-dimer eşik değeri için “yaş x 10 ng/ml” formülü kullanıldığında DD’nin duyarlılığı ile özgüllüğü artmaktadır.
INTRODUCTION: To investigate D-dimer’s area and frequency of use in patients admitted to emergency department. In addition; D-dimer’s sensitivity and specificity by age with the use of the formula “age x 10” in patients older then fifty years old suspected of pulmonary embolism.
METHODS: One thousand and five hundred and ninety three patients admitted to University of Health Sciences Kartal Dr. Lütfi Kırdar Education and Research Hospital Emergency Department between 1st January and 31st December 2014 were included in the study. Plasma D-dimer levels were measured by immunoturbidimetric assay and cut-off value is considered 500 ng/ml.
RESULTS: Plasma D-dimer level of 747 patients’ (46,9%) were less than 500 ng/ml, 846 patients (53,1%) had a D-dimer above 500 ng/ml. In the high measured D-dimer group, the mean age of the patients 62,17±20,36 (15-113) years. 54,1% (n=458) were female. Pulmonary disease (19.1%) was the most frequent diagnosis and most required imaging modality was chest x-ray (43,9%) in the high measured D-dimer group. Sensitivity, specificity and negative predictive value of D-dimer for pulmonary embolism were 90%, 88% and 99%, respectively. Sensitivity, specificity and negative predictive value of D-dimer for deep vein thrombosis were 93%, 97% and 99%, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Sensitivity, specificity and especially negative predictive value of D-dimer for pulmonary embolism and deep vein thrombosis are very high. In patients older than fifty years old suspected of pulmonary embolism, the formula “age x 10 ng/ml” can be used for the D-dimer’s cut-off value therefore sensitivity and specificity of D-dimer’s are increased.

4.
Retina Ven Tıkanıklığına Bağlı Tekrarlayan Makula Ödemi Olan Olgularda Deksametazon İmplantın 6 Aylık Sonuçları
A Six-month Experience with Dexamethasone Implant for Recurrent Macular Edema Secondary to Retinal Vein Occlusion
Ayşe Yağmur Kanra, Meltem Güzin Altınel, Sevil Arı Yaylalı, Aylin Ardagil Akçakaya
doi: 10.15659/bogazicitip.17.02.659  Sayfalar 16 - 20
GİRİŞ ve AMAÇ: Retina ven tıkanıklığına (RVT) bağlı tekrarlayan makula ödemi olan olgularda uygulanan bir intravitreal deksametazon implant (IDI) sonrası 6 aylık sonuçların değerlendirilmesi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: RVT’ye bağlı makula ödemine sahip naif olmayan 20 gözde IDI sonrası santral makula kalınlığı (SMK), en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK) ve diğer yan etkiler 1. hafta, 1.ay ve nüksten dolayı (3-6 ay arası) enjeksiyon tekrarı yapılana kadar her ay olmak üzere retrospektif olarak incelendi. Nüks kararı 1 sıra EİDGK kaybına eşlik eden OCT’de sıvının tekrar belirmesi olarak belirlendi.
BULGULAR: Çalışmadaki 14 göz retina ven dal tıkanıklığı (RVDT) ve 6 göz retina ven kök tıkanıklığına (RVKT) sahipti. Ortalama yaş 63.7±10.3 iken hastaların %60’ı kadındı. Hem ortalama EİDGK hem de SMK değerleri 1. hafta, 1, 2, 3 ve 4. aylarda (p<0.05) anlamlı bir şekilde düzelmişti. Ayrıca hastaların %70‘inde nüks zamanında bile görme artışının korunabildiği görüldü. IDI’ya maksimum yanıt 2. ayda alınmış olup görme keskinliği ve retina kalınlığında elde edilen olumlu gelişmeler 3. aydan itibaren azalmaya başladı. IDI sonrası elde edilen maksimum göz içi basıncı (GIB) değeri 34 mmHg idi ve o da 2. ayda ölçülmüştü. GIB yükselmeleri topikal antiglokomatöz ilaçlarla kolaylıkla kontrol altına alındı. Takip boyunca herhangi bir ciddi yan etki gözlenmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kısa dönem sonuçlarımıza göre, deksametazon implant RVT’ye bağlı tekrarlayan makula ödeminde maksimum etkinin 2. ayda görüldüğü etkili ve güvenilir bir tedavidir.
INTRODUCTION: To evaluate 6-month results after a single application of intravitreal dexamethasone implant (IDI) for recurrent macular edema in retinal vein occlusion(RVO).
METHODS: Twenty non-naive eyes with macular edema secondary to RVO underwent assessments for central macular thickness (CMT), best corrected visual acuity (BCVA) and adverse events at baseline, week 1 and monthly until reinjection due to recurrence (range 3-6 months) retrospectively following IDI. Retreatment criterion was recurrence on OCT and related to loss of BCVA at least 1 line.
RESULTS: Fourteen eyes with branch retinal vein occlusion, and 6 eyes with central retinal vein occlusion were eligible for the study. The mean age was 63.7±10.3 and 60% of the patients were women. Both mean BCVA and CMT significantly improved 1 week, 1, 2, 3 and 4 months (p<0.05) after injection. Moreover, the increase of visual acuity was sustained in 70% of the patients even in case of recurrence. The maximum response to IDI was observed in the second month and improvements in visual acuity and retinal thickness began to decrease from the third month. The maximum value of IOP after IDI was 34 mmHg and measured at month 2 as well. IOP rises were well controlled with topical antiglaucoma therapy. No serious adverse events were observed during follow-up period.
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to our short-term results, IDI seems to be an effective and safe treatment for recurrent macular edema in RVO with the maximum effect at month 2.

5.
Parsiyel Protez ile Tedavi Edilen Kalça Kırıklı Hastalarda Ameliyat Öncesi Aneminin Hastanede Kalış Süresi Üzerine Etkisi
The Effect of Preoperative Anemia in Treatment of Hip Fractures with Partial Hip Arthroplasty On Hospital Length of Stay
Serkan Akçay, Akif Albayrak, Hakan Bahar, Salih Söylemez, Murat Demiroğlu, Necati Emirhan, Bülent Kılıç
doi: 10.15659/bogazicitip.17.02.660  Sayfalar 21 - 25
GİRİŞ ve AMAÇ: Preoperatif ve postoperatif düşük hemoglobin değerlerinin kalça cerrahisi sonrası morbidite, mortalite, erken fonksiyonel sonuçlara ve yürüme mesafesine olan etkisine dair farklı sonuçlar bildirilmiştir. Biz bu çalışmada ameliyat öncesi aneminin kalça kırıklı hastalarda cerrahi sonrası mortalite ve hastanede kalış süresi üzerinde etkisi olup olmadığını inceledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya kliniğimizde parsiyel protez yapılarak tedavi edilen 135 kalça dahil edildi.
BULGULAR: Hasta dosyaları retrospektif olarak incelendi ve hastalara ameliyat öncesi anemisi olanlar ve olmayanlar olarak iki gruba ayrıldı. Heriki hasta grubu ortalama yaş, morbidite dağılımı, preoperatif ve postoperatif hemoglobin değerleri, cerrahi öncesi ve sonrası hastane yatış
süreleri ve transfüzyon gerekliliği açısından istatistiksel olarak değerlendirildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yaptığımız çalışmada anemisi olan hastalarda preoperatif dönemde yatış süresinin anemisi olmayan gruba göre anlamlı derecede fazla olduğunu, ancak iki grup arasında postoperatif yatış süresi arasında anlamlı fark olmadığını saptadık.
INTRODUCTION: The objective of this study was analysing the correlation between preoperative anemia and duration of hospitay stay at preoperative and postoperative stage among patients that had been treated with partial endoprosthesis for treatment of pertrochanteric femoral fractures.
METHODS: Medical records of 152 individuals were reviewed retrospectively and 135 patients were included to the study. Preoperative anemia was detected in 87 of patients. Remaining 48 patients hemoglobin levels were within normal ranges. Both patient groups were statistically examined with respect to mean age, distribution of morbidity, preoperative and postoperative hemoglobin values, duration of hospital stay before and after surgery and transfusion requirement.

RESULTS: When hypertension, coronary artery disease, diabetes mellitus, Alzheimer’s disease and transfusion ratios are examined, no statistically significant difference was found between groups (p>0,05). No statistically significant difference was found between the age averages of anemic and non-anemic patients (p>0,05). Preoperative and postoperative hemoglobin values of patients in the anemic group were found to be significantly low compared to the averages of patients in the non-anemic group (p<0,05). Preoperative and postoperative hemoglobin value differences of patients in the non-anemic group were found to be significantly high compared to the differences of patients in the non-anemic group (p<0,05). Preop hospital stay periods of patients with anemia were found to be significantly higher in comparison to those of patients without anemia (p<0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our results showed that there is no statistically significant difference between anemic and nonanemic groups by the means of postoperative hospitalstay consistent with the current literature. However we have detected statistically significant longer preoperative hospital stay in anemic group. We believe that this finding is valuable since the fact that duration of preoperative hospital stay increases postoperative mortality.

6.
Lateral Epikondilitli Hastalarda Ağrı, Eklem Hareket Açıklığı ve Kas Kuvvetinin Günlük Yaşam Aktiviteleri Üzerine Etkisi
The Effect of Pain, Range of Motion and Muscle Strength on Activities of Daily Living in Patients with Lateral Epicondylitis
Hülya Çağlıyan Hartevioğlu, Melek Güneş Yavuzer, Pınar Akpınar
doi: 10.15659/bogazicitip.17.02.657  Sayfalar 26 - 32
GİRİŞ ve AMAÇ: Lateral epikondilit (LE)’li hastalarda ağrı, eklem hareket açıklığı ve kas kuvvetinin günlük yaşam aktiviteleri üzerine olan etkisini değerlendirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Kliniğinde Ocak-Nisan 2014 tarihleri arasında, LE tanısı almış 60 olgu dahil edildi. Olguların gece, istirahat, aktivite ve zorlu kullanımdaki ağrı şiddeti Vizüel Anolog Skala (VAS) ile, eklem hareket açıklığı gonyometre ile, kas kuvveti el kavrama kuvvetinin dinamometrik ölçümü ile aktivite ve katılım Kol Omuz ve El Yaralanması Anketi Kısa Form (Quick-DASH) ve Hasta Bazlı Önkol Değerlendirme Anketi (HBÖKDA) ile ve yaşam kalitesi ise Kısa Form-36 (SF-36) ile değerlendirildi.
BULGULAR: Olguların yaşları 19-64 yıl arasında değişmekte olup yaş ortalaması 47,95±8,6 yıldı. Ağrı şiddeti ile Quick-DASH, DASH-W, HBÖKDA ve SF-36 arasında anlamlı ilişki bulundu (p˂0,05). Eklem hareket açıklığı ile Quick-DASH, DASH-W, HBÖKDA ve SF-36 arasında anlamlı ilişki görülmedi (p˃0,05). Sağ dirsek etkilenen olgularda; el kavrama kuvveti ile HBÖKDA’nın ağrı bölümü, sol dirsek etkilenen olgularda; el kavrama kuvveti ile Quick-DASH, DASH-W ve HBÖKDA’nın işlev bölümü arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0,05). Sağ dirsek etkilenen olgularda; el kavrama kuvveti ile SF-36 skorları arasında anlamlı ilişki görülmezken (p>0,05), sol dirsek etkilenen katılımcılarda; el kavrama kuvveti ile SF-36’nın canlılık bölümü hariç tüm bölümleri arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: LE’de ağrı ve zayıflamış el kavrama kuvveti günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlılığa neden olmakta ve yaşam kalitesini azaltmaktadır.
INTRODUCTION: To evaluate the effect of pain, range of motion and muscle strength in the patients with lateral epicondylitis on activities of daily living.
METHODS: Sixty people who were admitted to outpatient clinic of Physical Medicine and Rehabilitation within the Fatih Sultan Mehmet Education and Research Hospital on dates between January - April 2014, and diagnosed as LE were included in the study. The severity of pain during night, rest, activity, and forced activity was assessed with Visual Analog Scale (VAS), the range of motion was measured by a goniometer, muscle strength was assessed by measuring hand grip strenght using a dynamometer, activity and participation were assessed with Short form of the Disabilities of Arm, Shoulder and Hand Questionnaire (Quick-DASH) and Forearm Evaluation Questionnaire Based with Patient (HBÖKDA), and Quality of Life was assessed with Short Form 36 (SF-36).
RESULTS: The age of subjects were between 19 and 64 years and mean age was 47,95±8,6 years. There was a significant relationship between the severity of pain and the Quick-DASH, DASH-W, HBÖKDA, and SF-36 (p ˂ 0,05). There was no significant relationship between the range of motion and the Quick-DASH, DASH-W, HBÖKDA and SF-36 (p > 0,05). There was a significant relationship between the hand grip strength and the pain section of HBÖKDA in subjects whom right elbow was affected and there was a significant relationship between the hand grip strength and the Quick-DASH, DASH-W, and function section of HBÖKDA in subjects whom left elbow was affected (p< 0,05). There wasn’t any significant relationship between the hand grip strength and the SF-36 scores in subjects whom right elbow was affected (p> 0,05) but, there was a significant relationship between the hand grip strength and the SF-36 scores other than vitality scores in subjects whom left elbow was affected (p< 0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Pain and weakness in grip strength cause limitation at the activities of daily living and decrease the quality of life in patients with lateral epicondylitis.

LookUs & Online Makale