ISSN 2149-0287
Bosphorus Medical Journal - Bosphorus Med J: 2 (3)
Volume: 2  Issue: 3 - 2015
ORIGINAL RESEARCH
1.Integrated Pulmonary Index in Endoscopic Procedures on Sedation
Güldem Turan, Berna Ayanoğlu Taş, Öznur Demiroluk, Arzu Yıldırım Ar, Firdevs Karadoğan, Nuriye Esen Bulut, Nur Akgün
Pages 85 - 88
GİRİŞ ve AMAÇ: Endoskopik girişimlerde; hemodinamik parametrelerin yanında solunumsal parametrelerin monitorizasyonu da önemlidir. Özellikle gastroskopide uygulayıcı ile anestezist tarafından kontrol edilen havayolu ortak alanda olduğundan sedasyona bağlı gelişebilecek solunum yetmezliğinin gözlenmesi çok önem taşımaktadır. “Integrated Pulmonary Index” (IPI) algoritması; dört solunum parametresini [end-tidal CO2, solunum sayısı (RR), nabız sayısı (PR) ve parsiyel oksijen basıncı (SpO2)], gerçek zamanlı devamlı ölçümlerin solunum profilinin temsil edildiği tek bir değere indirgenmesidir. IPI hastanın solunumsal durumunu hızlıca değerlendirerek; müdahale ihtiyacı olup olmadığını belirlemek için yol gösterir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda gastroskopi/kolonoskopi için sedasyon uygulanan 30 hastada kapnograf (Capnostrem 20p Covidien) monitorü nazal probu ile ETCO2 ve RR, parmak probu ile SPO2, PR ölçüldü. IPI skoru, ETCO2, SPO2, PR, RR, gözlenen solunum yetmezliği ve maske ventilasyon endikasyonları tartışıldı.
BULGULAR: Klinik gözlem, kapnograf monitorizasyon değerleri ve IPI skoru, 25 hastada birbirine benzerdi. Solunum yetmezliği gözlenen beş hastada IPI değeri düşük olmasına rağmen bu hastalardan 3’ünde SPO2 değeri hala normal sınırlardaydı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda solunum yetmezliği gözlenen 5 hastanın 3’ünde SPO2 normal iken; IPI düşüktü. IPI skoru, standart SPO2’ye göre; daha erken uyarı yaparak hasta güvenliğini sağlamakta klinisyene yardımcı bir monitorizasyondur.
INTRODUCTION: In the endoscopic procedures, monitorization of respiratory parameters is important as well as hemodynamic parameters. As the area which is used by the operator and the airway controlled by the anesthetist particularly are in a common location in gastroscopy, observation of the apnea which might take place due to sedation is highly important. “Integrated Pulmonary Index” (IPI) algorithm analyses four respiratory parameters [end-tidal CO2 (ETCO2), respiratory rate (RR), peripheral pulse rate (PR) and SpO2 values] to a single value that represents the respiratory profile as real time continue measurements. IPI leads the assessment of the respiratory condition of the patient and whether any intervention is required.
METHODS: In our study ETCO2 ve RR was monitorized via nasal probe of caphnography monitor (Capnostrem 20p Covidien) and SPO2, PR was monitorized via finger probe in 30 patients who had been subjected to sedation for gastroscopy colonoscopy. The IPI value and ETCO2, SPO2, PR, RR as well as observed apnea and mask ventilation indications were all discussed.
RESULTS: Clinical observations, capnography monitorization values and IPI values were similar for 25 patients. SPO2 value was within normal limits in 3 of the 5 patients whose IPI values had been low.
DISCUSSION AND CONCLUSION: While SPO2 was normal in 3 of 5 patients who had been observed to have respiratory deficiency, IPI value was low (1-3). IPI score, by way of giving an early warning, is a monitorization method which helps clinician to ensure patient safety.

2.Glucose Variability And Mean Platelet Volume
Ali Özdemir, Yaşar Sertbaş, Ayşegül Dalbeler, Kerem Abacar, Abdurrahman Yiğit, Nalan Okuroğlu, Seda Sancak
Pages 89 - 93
GİRİŞ ve AMAÇ: Hem glikoz değişkenliği (GD) hem de artmış ortalama trombosit hacmi (OTH) diyabetes mellitusu (DM) olan hastalarda artmış kardiyovesküler komplikasyonlarla ilişkilendirilmiştir. Biz tip 2 DM hastalarında bu iki değişken arasındaki ilişkiyi araştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 54’ü kadın, ortalama yaşı 59,59 ±9.12 yıl olan toplam 100, tip 2 DM hastası çalışmaya alındı. Tüm hastaların takip eden 2 gün boyunca ve günde 7 kez SBGM ile kan şekerleri ölçüldü. Glikoz değişkenliğini ölçen formüllerde self blood glucose monitoring (SBGM) verileri kullanıldı. Gün içi glikoz değişkenliği standart sapma (SD) ve varyasyon katsayısı (CV), günler arası glikoz değişkenliği ise ortalama günlük farklar (MODD) formülleri ile değerlendirildi. Ortalama trombosit hacmi (MPV) SBGM ölçümlerinin tamamlandığı üçüncü günde alınan kanda bakılan tam kan sayımı sonuçlarından elde edildi. İlaveten hastaların total kolesterol, trigliserit, HDL ve LDL kolesterol değerleri ile HbA1c değerleri ölçüldü.
BULGULAR: SD, CV ve MODD formüllerine göre en alt ve en üst glikoz değişkenlik çeyrek dilimlerinde yer alan hastaların MPV değerleri arasında istatistiki olarak anlamlı fark bulunmadı. (sırasıyla 8,26±1,18 ve 8,15±1,26; p>0,05; 8,2±1,21 ve 8,39± 1,1; p>0,05; 8,01±0,97 ve 8,39±1,3; p>0,05). MPV ile lipid parametreleri ve HbA1c değerleri arasında anlamlı korelasyon saptanmadı. Diyabetin makro ve mikrovasküler komplikasyonları (Koroner iskemisi, retinopati, nefropati ve nöropati) olan ve olmayan hastaların MPV değerleri arasında da anlamlı fark saptanmadı ( Sırasıyla 8,20±1,12 ve 7,78±1,09; p>0,05; 8,25±1,18 ve 8,12±1,11; p>0,05; 8,23±1,08 ve 8,05±1,14; p>0,05; 7,99±1,25 ve 8,11±1,09; p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Glikoz değişkenliği ortalama trombosit hacmini etkilememektedir
INTRODUCTION: Both glucose variability (GV) and increased mean platelet volume (MPV) have been linked to increased cardiovascular complications in patients with diabetes mellitus (DM). We investigated the relationship between these two variables in patients with type 2 DM.
METHODS: A total of 100 patients (54 women, the mean age of 59.59±9.12 years) with type 2 DM were recruited in the study. All patients measured the blood glucose on successive two days at home by self-monitoring of blood glucose (SMBG). Seven points SBGM data were used for GV formulas. Intra-day GV with standard deviation (SD) and coefficient of variation (CV), day-today GV with mean of daily differences (MODD) was assessed. MPV values derived from automated cell counting on the third day when collecting the SMBG results. Also; total cholesterol, high and low-density cholesterols, triglyceride and hemoglobin A1C (HbA1C) were measured.
RESULTS: There were no statistically significantly differences between the MPV values of patients with lower and upper quartiles for SD and CV (8.26±1.18 vs 8.15±1.26, p>0.05, 8.2±1.21 vs 8.39± 1.1, p>0.05, respectively), and also with the lower and upper quartiles for MODD (8.01±0.97 vs 8.39±1.3, p>0.05). No correlation found between MPV and HbA1c and lipid parameters. There were
no significantly differences for MPV values between patients with coronary ischemia, diabetic retinopathy, neuropathy, nephropathy and those without these complications (8.20±1.12 vs 7.78±1.09, p>0.05; 8.25±1.18 vs 8.12±1.11, p>0.05; 8.23±1.08 vs 8.05±1.14, p>0.05; 7.99±1.25 vs 8.11±1.09, p>0.05; respectively).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Glucose variability does not affect the mean platelet volume.

3.Patient Controlled Regional Analgesia After Inguinal Hernia Repair
Ceren Şanlı Karip, Bora Karip, Fatma Nur Akgün, Berna Ayanoğlu Taş, Mehmet Okuducu, Timuçin Aydın, Kemal Memişoğlu
Pages 94 - 99
GİRİŞ ve AMAÇ: Orta şiddetli ağrı ile karakterize kasık fıtığı onarımları sonrasında, lokal anestezik ile yapılan yara yeri infiltrasyonu analjezi süresini uzatabilir. Bu sayede opioid ve/veya steroid olmayan yangı giderici ilaç (SOYGİ) gereksinimi azalır ve hastalar bu ilaçların olası yan etkilerinden korunmuş olur. Çalışmamızda, kasık fıtığı onarımı sorası hasta kontrollü rejyonel bloğunun etkinliğini araştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya, 20-70 yaş arası, ASA I-II, genel anestezi altında inguinal herni onarımı yapılacak 30 hasta alındı. Hastalar randomize olarak eşit iki gruba ayrıldı. Grup I’de ameliyatta ilioinguinal iliohipogastrik sinir komşuluğuna minivak dren kateteri kullanılarak hazırlanan bir aparat yerleştirildi. Kateter, bupivakain içeren bir ağrı pompasına bağlandı. Hasta düğmeye basınca 25 mg bupivakain gidecek ve 2,5 saat kilitli kalacak şekilde pompa ayarlandı. Grup II’de ise intravenöz 50mg tramadol’ü takiben tramadol 14mg/saat sürekli gidecek şekilde verildi. Hastalarda 30. ve 60. dakikalarda, 2, 4, 8, 12 ve 24. saatlerde vizüel ağrı skoru (VAS), hemodinamik parametreler, varsa yan etkiler ve ek analjezik gereksinimi kaydedildi.
BULGULAR: Gruplar arası VAS’lar karşılaştırıldığında VAS 30 ve VAS 60 Grup I için anlamlı olarak düşüktü (p=0,024 ve p=0,030). VAS 2, 4, 8, 12, 24. saatler, hemodinamik parametreler, yan etkiler ve ek analjezik gereksinimi açısından gruplar arası anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnguinal herni ameliyatlarında, hasta kontrollü ilioinguinal-iliohipogastrik blok analjezisi etkilidir. SOYGİ ve opioidlerin sistemik yan etkilerinden sakınılması gereken hastalarda yan etkisi az, düşük maliyetli bir alternatif olarak uygulanabilir
INTRODUCTION: Postoperative pain of the inguinal hernia repair is characterized as moderate. Intraoperative wound infiltration with local anesthetics prolongs the duration of postoperative analgesia. Opioid and /or nonsteroidal anti-inflammatory drug requirement and their possible systemic side effects can be reduced by wound infiltration. In this study we aimed to compare the effectiveness of patient-controlled inguinal nerve block and patient controlled intravenous opioid infusion.
METHODS: 20-70 years old, ASA I-II, 30 patients who underwent inguinal hernia repair were included to study. Patients were randomized into two equal groups. In Group I, a system produced from a minivac drain catheter was placed near ilioinguinal-iliohypogastric nerve at the end of the operation. Catheter was connected to a pump which was set to infuse 25mg bupivacaine and locked for 2,5 hours. In Group II, after giving a bolus of 50 mg tramadol, a pump was set to continuous intravenous infusion of 14mg/hour tramadol. At 30. and 60.
minutes; 2, 4, 8, 12 and 24. hours, data including visual analog score (VAS), hemodynamic parameters, side effects and amount of required additional analgesic were collected.
RESULTS: In Group I, VAS 30. and 60. minutes were significantly lower when compared to Group II (p=0,024, p=0,030). In terms of VAS there were no significant differences between groups after the first hour. Hemodynamic parameters, side effects and extra analgesic requirement were similar between groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Patient-controlled analgesia by ilioinguinal- iliohipogastrik block is an effective method after inguinal hernia repair. Patients for whom adverse effects of NSAIDS and opioids must be avoided, the method could be used as having less side effects and cheaper alternative.

4.Relationship Between Concha Bullosa and Septal Deviation and Value of Preoperative Paranasal Sinus Tomography in Patients with Septal Deviation
Emrah Tekdemir, Arzu Tatlıpınar, Serhan Keskin, Tuğba Aslan Dündar
Pages 100 - 102
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Konka Bülloza (KB) ve Septum Deviasyonu (SD) arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi ve septal deviasyonu olan hastalarda preoperatif Paranazal Sinüs Bilgisayarlı Tomografisi (PNSBT) gerekliliğinin gözden geçirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya septoplasti operasyonu yapılan 93 erkek, 40 kadın hasta dahil edildi. Hastaların retrospektif olarak anterior rinoskopik muayene, endoskopik nazal muayene ve PNSBT sonuçları değerlendirildi. Septum deviasyonu ve deviasyon derecesi ile konka bülloza (KB) ilişkisi ve PNSBT mevcut olan hastalarda septum deviasyonu dışındaki nazal tıkanıklığa sebep olabilecek patolojiler değerlendirilerek septoplasti öncesinde PNSBT’nin değeri araştırıldı.
BULGULAR: PNSBT’si mevcut olan 60 hastanın 23 (%38)’ünde KB, 2 (%3)’inde nazal polip tespit edildi. PNSBT değerlendirmesine göre hafif derecede deviasyon tespit edilen hastalardan 2’sinde, ileri derecede deviasyon tespit edilen hastalardan 21’inde KB tespit edildi. Hafif derece (1-10°) deviasyonu olan gruptaki konka büllozalardan biri deviasyonla aynı tarafta, diğeri bilateral iken, ileri derece (>10°) deviasyonu olan grupta konka büllozalardan 3’ü aynı taraf, 13’ü karşı taraf, 5’i bilateral yerleşimli idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İleri derecede deviasyonu olan hastalarda hafif derecede deviasyonu olan hastalara göre KB görülme sıklığı daha fazladır ve bunların çoğunluğu deviasyonun karşı tarafındadır. Septoplasti planlanan hastalarda anterior rinoskopik muayene ve endoskopik muayenenin yanında seçilmiş olgularda preoperatif PNSBT ile yapılacak değerlendirme faydalıdır.
INTRODUCTION: The aim of this study is to evaluate relationship between concha bullosa (CB) and septum deviation and reviewe the necessity of preoperative paranasal sinus computed tomography (PNSCT) in patients with septal deviation.
METHODS: 93 male and 40 female patients underwent septoplasty were included in this study. Anterior rhinoscopy, nasal endoscopic examination and PNSBT results were evaluated retrospectively. Septal deviation, relationship between degree of deviation and CB and the reasons of nasal obstruction other than septal deviation were evaluated. The value of PNSCT before septoplasty was investigated.
RESULTS: CCB and nazal polyps were detected in 38% (23/60) and 3% (3/60) of the patients with PNSCT respectively. CB was detected 2 of the patients with mild deviation and 21 of the patients with severe deviation according to PNSCT evaluation. While one of CB in mild deviation group (1-10°) was at the same side of septal deviation, the other one was bilateral. On the other hand, three of CB was at the same side, 13 of CB was at the contralateral side of the septal deviation and 5 of CB was bilateral in the severe deviation group (>10°).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The incidence of CB in severe deviation group is higher than mild deviation group and the majority of them are at the contralateral side of the deviation. Preoperative PNSBT evaluation is useful in selected septoplasty planned patients.

5.Neuropathic Pain In Patients with Ankylosing Spondylitis
Erkan Mesci, Nilgün Mesci, Ercan Madenci, Ali İhsan Kadıoğlu
Pages 103 - 107
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı ankilozan spondilitli hastalarda bel ağrısının nöropatik komponent içeriğini ve ilişkili faktörleri araştırmaktır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya modifiye New York kriterlerine göre ankilozan spondilit (AS) tanısı konulan 30 hasta ve 30 sağlıklı kontrol alındı. Hastalık aktivitesi (Bath Ankylosing Spondylitis Disease Activity Index) (BASDAI), ve fonksiyonel durumun (Bath Ankylosing Spondylitis Functional Index) (BASFI) yanı sıra Ankilozan spondilit yaşam kalitesi (Ankylosing Spondylitis Quality of Life) (ASQoL) anketi ile yaşam kalitesi değerlendirildi. Bel ağrısının şiddetinin değerlendirilmesi için görsel analog skala (visual analog scale) (VAS) kullanıldı. Hasta grubunun sedimantasyon hızı ve C-reaktif protein (CRP) ölçümleri yapıldı. Nöropatik ağrı, varlığını değerlendirmek amacı ile painDETECT anketi kullanıldı. Her iki grupta sakroiliak eklem üzerinden ve eldeki kontrol noktasından elektriksel duyusal eşik ile elektriksel ağrı eşiği ölçümleri yapıldı.
BULGULAR: Hastaların 3’ünde (%10) painDETECT skoru 19 ve üzerinde olup, 13 ve üzerinde olan hasta sayısı 9 (%30) olarak saptandı. AS grubunda gerek sakroiliak eklem, gerekse eldeki kontrol noktasından elde edilen duyusal eşik ve ağrı eşiği değerleri kontrol grubuna göre yüksek bulundu. Hastaların bel ağrısı şiddetini değerlendirdikleri ağrı VAS değerleri, BASFI skorları ve CRP düzeyleri ile pain- DETECT skorları arasında anlamlı düzeyde pozitif korelasyon saptandı (p<0,05). BASDAI skorları (p<0,01), eritrosit sedimantasyon hızı (p<0,01) ve yaşam kalitesi (p<0,001) skorları ile painDETECT arasında da belirgin pozitif yönde ilişki olduğu görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ankilozan spondilitli hastalarda bel ağrısının nöropatik bileşeni bulunmaktadır. Nöropatik ağrı hastalık aktivitesi ve düşük fonksiyonel kapasite ile ilişkili olup, yaşam kalitesinde azalmaya neden olmaktadır.
INTRODUCTION: The aim of this study was to investigate the presence of a neuropathic pain component in low back pain and associated factors among patients with ankylosing spondylitis.
METHODS: Thirty patients diagnosed with ankylosing spondylitis (AS) according to the modified New York diagnostic criteria and 30 healthy controls were enrolled in this study. Along with disease activity (Bath Ankylosing Spondylitis Disease Activity Index) (BASDAI) and functional status (Bath Ankylosing Spondylitis Functional Index) (BASFI), the quality of life was assessed using
the Ankylosing Spondylitis Quality of Life (ASQoL) questionnaire. Visual analogue scale (VAS) was used to evaluate low back pain. Sedimentation rate and C- reactive protein measurements were obtained in the patients. The painDETECT questionnaire was used to determine the presence of neuropathic pain.. Electrical sensation threshold and electrical pain threshold measurements were obtained from the sacroiliac joint area and a control point on the hand for both groups.
RESULTS: PainDETECT scores were equal to or greater than 19 in 3 (10%) patients and ≥13 in 9 (30%) patients. Threshold values for electrical sensation and pain recorded from both sacroiliac joint area and hand were greater in AS group compared to those in control group. Pain VAS (used for assessment of the severity of low back pain) ratings, BASFI scores and CRP levels of patients showed a significant positive correlation with painDETECT scores (p<0.05). Significant positive associations were also found between painDETECT scores and BASDAI scores (p<0.01), erythrocyte sedimentation rate (p<0.01) and ASQoL (p<0.001) scores.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Low back pain has a neuropathic pain component in patients with ankylosing spondylitis. Neuropathic pain is associated with disease activity and reduced functional capacity and diminishes quality of life.

CASE REPORT
6.A Fatal Case of Anti-NMDA Receptor Encephalitis
Eren Gözke, Nur Akgün, Zehra Aktan, Dilek Erdoğan Arı, S. Sinem Taşdemir, Ceren Karip, Özlem Alıcı, Canan Ağalar
Pages 108 - 112
Amaç: N-metil-D-aspartat (NMDA) reseptör antikorları ile ilişkili ensefalit seyrek görülen otoimmün ensefalitlerden biridir, Burada fatal seyirli bir anti-NMDA reseptör ensefaliti olgusu sunulmaktadır.
Olgu: Karın ağrısı ve bulantı yakınmaları ile acil servise başvuran 22 yaşındaki tkadın hasta dalgınlık ve apati hali nedeniyle istenen konsultasyon sonrası görüldü. Nörolojik muayenede bilinç açık, orientasyon tamdı, ancak apati hali vardı. İyi koopere olmuyordu. Fundus normaldi. Taraf bulgusu yoktu ve TDR’ler fleksördü. Adımlamada zorlanıyordu. Kranial MR’da sol parahipokampal girusta hafif intensite değişikliği saptandı. Kontrast tutulumu izlenmedi. BOS incelemesinde 80/mm3 PNL vardı. Ensefalit ön tanısı ile yatırıldı ve antiviral ve antibiyotik tedavisi başlandı. 4. günde somnolans gelişmesi ve kooperasyonun bozulması sonrası kontrastlı MR tekrarlandı. Lezyonun sol temporal ve oksipital loblara yayıldığı, giral tarzda ve hafif leptomeningeal kontrast tuttuğu izlendi. 10.günde epileptik bir nöbet geçirmesi sonrasında valproat başlandı. 12.günde çekilen MR’da lezyonun genişlediği ve sağ hemisferde de dağınık odakların eklendiği görüldü. 13.günde yapılan BOS incelemesinde hücre görülmedi. Herpes PCR sonucu negatifti. Otoimmün ensefalitler yönünden istenen antikor panelinde NMDA reseptör antikoru pozitif bulunarak hastaya anti-NMDA reseptör ensefaliti tanısı kondu. Tedaviye yüksek doz metilprednizolon eklendi. Over teratomu yönünden yapılan PET-CT de malignite lehine bulgu saptanmadı. İVİG, plazmaferez ve immün adsorbsiyon da yapılan hastada klinik yarar izlenmedi. Yatışının 68. gününde eksitus olan hastada postmortem overektomi yapıldı. Patolojik incelemede teratom saptanmadı.
Objective: Anti-NMDA (N-methyl-D-aspartate) receptor antibodies related encephalitis is a rare form of autoimmune encephalitis. We report a case of anti- NMDA receptor encephalitis with fulminant course.
Case: A 22-year-old female patient who had abdominal pain and vomiting was seen in the emergency department because of her apathy. On neurological examination she was awake and oriented, but mildly apathic. Cooperation was poor. Fundus examination was unremarkable. There were not any findings for lateralization. She had difficulty in tandem walking. Plantar responses were flexor. Cranial MR showed mild intensity changes on the left parahippocampal gyrus without contrast enhancement. CSF analysis revealed the presence of 80/mm3 polymorph lymphocytes. Antiviral and antibiotic therapies were started. Cranial MR was repeated after development of somnolence on 4. day. Extension of the lesion into the left temporal, and occipital lobes with a gyriform, and mild leptomeningeal contrast enhancement was observed. On 12. day, enlargement of the lesion on the right hemisphere was observed on cranial MR. There was no cell in CSF analysis on 13.day. Herpes PCR result was negative. Antibody panel requested for autoimmune encephalitis revealed NMDA receptor antibody positivity and she was diagnosed as anti-NMDA receptor encephalitis. High dose methylprednisolone added to the treatment. PET-CT performed for investigation of ovarian teratoma did not demonstrate any evidence for malignancy. IVIG, plasmapheresis, and immune adsorption were applied without any clinical benefit. She died on 68. day of her hospitalization, and postmortem oophorectomy was performed. Histopathological examination did not reveal any evidence of teratoma.
Conclusion: Although prognosis generally better, anti- NMDA receptor encephalitis can be fatal course.

7.Dermoid Cyst of The Floor of The Mouth: Case Report
M. Emrah Kınal, Vehip Beyazgün, Arzu Tatlıpınar, Nurver Özbay
Pages 113 - 116
Dermoid kistler, sıklıkla hayatın 2. ve 3. dekatlarında tanı konulan gelişimsel kistik lezyonlardır. Vücudun her yerinde görülebilmesine rağmen, baş-boyun bölgesinde ve nadiren de ağız tabanında yerleşebilirler. Klinikte çoğunlukla yavaş büyüyen, ağrısız, asemptomatik kitleler olarak görülürler, ancak disfaji, disfoni ve hatta dispneye sebep olabileceği de bilinmelidir. Anatomik olarak geniohyoid ve milohyoid kaslarla olan ilişkisine göre sınıflandırılabilir. Tedavi kistin intraoral veya ekstraoral yaklaşımla cerrahi olarak çıkartılmasıdır. Prognoz son derece iyidir ve cerrahi sonrası relaps insidansı oldukça düşüktür. Biz bu olgu sunumunda, biri ekstraoral yaklaşımla, diğeri intraoral yaklaşımla çıkartılan iki dermoid kist vakasını ele alıyoruz.
Dermoid cysts are developmental cystic lesions that were commonly diagnosed in the second and third decades of life. Although they can be seen at all parts of the body, they can appear at head and neck region and rarely in the floor of the mouth. Clinically they usually present as slow growing, painless, asymptomatic masses, but they also can cause dysphagia, dysphonia and dyspnea. Anatomically they can be categorized as their relationship with geniohyoid and mylohyoid muscles. The treatment is surgical excision of the cyst by intraoral or extraoral approach. Prognosis is very good and incidence of relapse is very low. In this case report, we present two dermoid cyst cases: One of them is excised by extraoral approach and another one is excised by intraoral approach.

8.The Priapism Case That Developed After One Dose Usage of Quetiapine And Olanzapine Concurrently
Sinan Kazan, Nalan Akıncı, Ali Yılmaz
Pages 117 - 119
Priapizm herhangi bir cinsel istek veya uyarı olmadan ereksiyon gelişmesidir. Çoğu zaman idiyopatik olsa da bazen altta yatan sebep ortaya konabilmektedir. Oral yoldan alınan ilaçlar nadiren priapizme neden olabilirler. Burada tek doz ketiapin ve olanzapin kullanımına bağlı gelişen bir priapizm olgusunu sunuyoruz.
Priapism is an erection without any sexual desire or stimulation. It is often idiopathic but sometimes underlying cause may be revealed. Drugs taken orally can rarely cause priapism. Here we present a case of priapism induced by single dose quetiapine and olanzapine.

REVIEW
9.Current Surgical Treatment of Papillary Thyroid Cancer
Yalın İşcan, Ender Onur, Mehmet Okuducu, Birol Ağca, Ayşe Tuba Fersahoğlu, Cihan Şahan, Aziz Bora Karip, Kemal Memişoğlu
Pages 120 - 125
Yüksek çözünürlüklü ultrasonografinin gelişmesi ve ince iğne aspirasyon biyopsisi sonrası sitolojik sınıflamalarının yeniden tanımlanması ile
beraber tiroid kanser cerrahisinde, hasta değerlendirilmesi ve yapılacak cerrahinin planlanması güncel tartışmalara konu olmuştur. Tiroid kanserlerinin yaklaşık %85’i papiller kanserlerdir ve papiller kanserleri de %30 ile % 56 arasında değişen oranlarda papiller tiroid mikrokanseri (PMK) oluşturmaktadır. 1980’li yılların sonunda adlandırılan PMK, en geniş çapı 1 cm ve altındaki papiller tiroid kanseri (PTK) olarak tanımlanır. Uluslararası kullanılan tiroid kanseri tanı ve tedavi kılavuzlarında PTK ve PMK tanıları yapılacak cerrahi tedaviyi etkileyen ana faktörlerdir. Papiller tiroid kanserindeki tedavinin basamakları primer tümörün, tiroid kapsül dışına taşan hastalığın ve etkilenen lenf gangliyonlarının cerrahi olarak çıkarılması ile başlar. Ana prensip cerrahi yaparken yapılacak cerrahinin genişliği ve cerrahi tecrübeye bağlı olarak morbiditeyi en az oranda tutmaktır. Hasta takip ve tedavi devamını belirleyen en önemli etken hastalığın doğru evrelenmesidir. Doğru evreleme tamamlayıcı cerrahi ve radyoaktif iyot (RAI) ablasyon tedavisi endikasyonu, nüks takibi protokolü ve tiroid stimülan hormon (TSH) baskılama tedavisinin derecesi gibi bir çok konu üzerinde önemli bir etkendir. Metastatik lenf gangliyonları, hem doğru evrelemede hem de hastalığın nüksünde en önemli etken olduğu için yapılacak olan cerrahi girişimin genişliği PTK’da günümüzde tartışılan konulardan biridir. Bu derlemede Amerikan Tiroid Birliğinin (ATA) yetişkin hastalar için son olarak yayınlanan tiroid nodüllerinde ve diferansiye tiroid kanserinde tedavi kılavuzu ve güncel literatür eşliğinde papiller tiroid kanseri tanı ve tedavi basamaklarını özetlemek amaçlanmıştır.
The planning of surgery methods and patient evaluation in the thyroid cancer surgery has been subjected to up to date discussions with the over again description of cytological classification after the development of high-resolution ultrasound and fine needle aspiration biopsy. Papillary carcinomas consist of nearly 85% of all thyroid cancers and of them papillary thyroid microcarcinomas (PTM) constitute 30-56%. At the late 1980s, PTM defined as the papillary thyroid carcinomas (PTC) those are ≤1 cm at the largest diameter. In the international guidelines of thyroid cancer diagnosis and management, PTM and PTC diagnosis are the main factors that effect the surgical method. The management steps of papillary thyroid cancer begin with surgical removing of the primary tumor, the part overspilling from thyroid capsule and affected lymphoid ganglions. The main principle is retaining the morbidity in minimal during surgery with the extent of surgery according with
experience of the surgeon. The main determinant for deciding continuation of treatment and follow up of the patient is making true staging. This true staging is important for many parameters as the indication of supplementary surgery and radioactive iodine ablation therapy (RAIT), recurrence follow up protocol, the degree of thyroid stimulating hormone (TSH) supression treatment. The metastatic lymphoid ganglions are the most important factors in both true staging and relapse of the disease, so one of the current controversial subject in PTM is the extent of surgery. In this review, we want to summarize the main headings of diagnosis and management of papillary
thyroid cancer in the guidance of current literature and American Thyroid Association Guideline relating to the diagnosis and management of thyroid nodules and differentiated thyroid cancer.

LookUs & Online Makale