ISSN 2149-0287
Bosphorus Medical Journal - Bosphorus Med J: 5 (1)
Volume: 5  Issue: 1 - 2018
ORIGINAL RESEARCH
1.Determinant of Mortality in Patients with Electrical Burn Injury
İbrahim Uzun, Elif Bombacı, Banu Çevik
doi: 15659/bogazicitip.18.04.881  Pages 1 - 6
GİRİŞ ve AMAÇ: Elektrotravmalar vücudun anatomik histolojik yapısını ve biokimyasını etkiler ve çok kompleks reaksiyonları tetikler. Bu çalışmanın amacı üçüncü basamak yanık yoğun bakım ünitesinde izlenen elektrik yanık yaralanmalı hastaların mortalite oranlarını etkileyen faktörleri incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 115 elektrik yanığı olgusunun verileri hastane veri tabanı ve yanık yoğun bakım ünitesi hasta kayıtlarından retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, voltaj seviyesi,yanıktan etkilenen vücut yüzey alanı, yandıktan sonra hastaneye varış süresi, ek travma ya da cerrahi girişim varlığı, yanık yoğun bakım ünitesinde kalış süresi, mekanik ventilasyon ve renal replasman tedavisi gereksinimleri kaydedildi.
BULGULAR: Hastaların çoğunluğu (%95) 15-40 yaş aralığında erkekti. Mortalite hızı yüksek voltaj yaralanmalarında düşük voltaj yaralanmalarından anlamlı olarak yüksekti(%13’ e karşı %8). Etkilenen vücut yüzey alanı istatistiksel olarak anlamlı mortalite belirteci idi. Vücut yüzey alanı %50’den fazla etkilenen hastalarda mortalite %54.5’e yükselmişti.En fazla etkilenen vücut bölgesi üst ekstremiteler ikenen yüksek mortalite gövde yanığı olan hastalarda idi.Hastaneye ulaşma süresi 24 saatten uzun olan grupta mortalite hastaneye ulaşma süresi 12-24 saat arası ve 12 saatten kısa olan diğer iki gruba göre daha yüksekti (p>0.05). Mekanik ventilasyon, renal replasman tedavisi alanlarda ve yoğun bakım ünitesinde altı günden daha fazla kalan hastalarda mortalite anlamlı oarak daha yüksekti. Yapılan korelasyon analizine göre mortalite ile; yanık şekli, yanık genişliği, APACHE II skor değeri, fasyatomi uygulanması ve genel vücut travması arasında doğru orantılı, cinsiyet ve GKS değeri ile ters orantılı korelasyon tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elektriksel bir yanıktan kaynaklanan hasarın boyutu, cildin alttaki büyük yaralanmayı gizlemesi nedeniyle olaydan sonra bir kaç gün içinde ortaya çıkabilir (Buzdağı etkisi). Elektrik yanıklarına genel vücut travması ve kafa travması eşlik edebilir. Hastanın komada olması, yanık şekli, yanık genişliği, sepsis gelişmesi en önemli mortalite nedenleridir. Bu hastalar dikkatle değerlendirilmeli, multidisipliner yaklaşımla derhal ve etkili müdahale edilmelidir. Olay anından itibaren yeterli ve devamlı sıvı resüsitasyonu yapılmalı, erken dönemde kompartman sendromunun da tedavi edilebileceği bir merkeze ulaştırılmalıdır. Ölümcül ritm bozuklukları gözden kaçmamalıdır.
INTRODUCTION: Electrotraumas affect the anatomical, histological structureand biochemistry of body and trigger very complex reactions. The goal of this study was to analyse the factors affecting the mortality rate of electrical burn injuries in patients followed in a tertiary burn intensive care unite.
METHODS: In this study we reviewed retrospectively the hospital database and burn intensive care unit records of 115 electrical burn injury patients during 5years period. Age, gender, voltage levels, body surface area affected by burns, elapsed time after burn, additional trauma or surgical interventions, length of stay in Burn Intensive Care Unit, mechanical ventilation and renal replacement therapy requirement were recorded.
RESULTS: The majority of patients were men (95%) between 15- 40 years. Mortality rate was significantly higher in high voltage injuries than low voltage injuries (13.1% vs 8%). Affected body surface area was statistically significant predictors of mortality. In patients suffered more than 50% of body surface area, mortality increased up to 54.5%. The mostly affected body regions were upper limbs but the highest mortality existed in patients with trunk exposure. Mortality was higher in the group with longer than 24 hours of reaching to the hospital compared to the other two groups that are able to reach to the hospital in between 12-24 hours and less than 12 hours (p>0.05). The mortality was significantly higher in the patients having renal replacement and mechanical ventilation treatment and in patients with more than six days of intensive care unit stay. Accorging to the correlation analysis, a direct proportional correlation between mortality and burn type, burn width, APACHE 2 score values, fasciotomy application and general body trauma; and an inverse proportional correlation between gender and GCS values have been found.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Extent of a damage from an electrical burn can appear within several days due to skin hiding the massive injury beneath (iceberg effect). Electrical burns can be accompanied with general body trauma and head trauma. The patience’s coma situation, burn type, burn width, development of sepsis are the most important reasons for mortality. These patients showed be carefully assessed and immediate effective interventions must be managed with skilled multidisciplinary approach. Adequate and continuous fluid resuscitation must be performed from the beginning of the incident. It should be delivered to a center where compartment syndrome can be treated in the early period. Fatal disrhythmias should not be skipped.

2.Pseudoexfoliation Glaucoma Macular Ganglion Cell Inner Plexiform Layer Thickness Measurement by Optical Coherence Tomography
Özkan Kocamış
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.791  Pages 7 - 10
GİRİŞ ve AMAÇ: Psödoeksfoliyatif glokomlu(PEG) ve Psödoeksfoliyatif sendromlu(PES) gözlerde optik koherens tomografi (OKT) kullanarak makuler gangliyon hücre iç pleksiform tabaka(GHİPT) kalınlığını değerlendirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: PEG’li 33 hasta ile Psödoeksfoliyatif sendromlu PES’li 30 hasta çalışma kapsamında değerlendirildi. Hastaların OKT ile GHİPT ve makuler retinal sinir lifi tabaka(mRSLT) kalınlıkları OKT ile ölçüldü. Her iki grupta ölçülen değerler istatistiksel olarak karşılaştırıldı. İstatistiksel analiz için olarak SPSS 21 V yöntemiprogramı kullanıldı. Elde edilen İki gruptaki verilerin karşılaştırması için t testi uygulandı. Sonuçlar p degeri 0,01 ve 0,05’ten küçük olduğunda sırasıyla istatistiksel olarak çok anlamlıönemli ve anlamlı önemli olarak kabul edildi.
BULGULAR: PEG’li grubunun yaş ortalaması 72,15±8,52 (56-86) yıl, PES’li grubun yaş ortalaması ise 69,36±9,85 (52-89) yıldı. PEG’li grupta ortalama makuler GHİPT kalınlığı, PES’li gruba göre farklılıklar istatistiksel olarak çok anlamlı derecede farklı önemli bulundu.(p<0,01) Her iki grupta mRSLT kalınlığı açısından değerlendirildiğinde farklılığın istatistiksel olarak önemli anlamlı olmadığı tespit edildi (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: PEG’li hastalarda glokomatöz hasarın erken belirteci olan makuler gangliyon hücre iç pleksiform tabaka kalınlığında istatistiksel olarak PES’li hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı incelme bulunduması bu hastaların ayırıcı tanısında OKT’nin yardımcı bir yöntem olabileceğini düşündürmektedir
INTRODUCTION: To evaluate the macular ganglion cell plexiform layer (GHIPT) thickness using optical coherence tomography (OCT) in eyes with pseudoexfoliation glaucoma (PEG) and pseudoexfoliation syndrome (PES).
METHODS: Thirty-three patients with PEG and 30 patients with PES were included in the study. Patients’ GHIPT and macular thickness of retinal nerve fiber layer (mRSLT) were measured by OCT. The values measured in both groups were compared statistically. SPSS 21 V program was used for statistical analysis. The t-test was used to compare the data between the two groups.. The results were accepted as statistically very significant and significant when p values were less than 0.01 and 0.05, respectively
RESULTS: The mean age of the PEG group was 72,15 ± 8,52 (56-86) years and the average age of the PES group was 69,36 ± 9,85 (52-89) years. The mean macular GHIPT thickness in the PEG group was statistically significantly different from that of the PES group (p <0,01;t=6,40). When the two groups were evaluated in terms of mRSLT thickness, the difference was not statistically significant (p> 0,05;t=-0,89).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Statistically significant thinning of macular ganglion cell plexiform layer thickness, which is an early indicator of glaucomatous damage in patients with PEG, when compared to patients with PES suggests that OCT may be an adjunctive method in the differential diagnosis of these patients.

3.Analysis of White Codes due to Violence in Fatih Sultan Mehmet Education and Research Hospital
Ali Şahiner, Rohat Ak, Kemal Aygün, Cansu Arslan Turan, Tuba Cimilli Öztürk, Eray Serdar Yurdakul, Oktay Sarı
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.785  Pages 11 - 16
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık çalışanları şiddete maruz kalma riski açısından diğer meslek grupları arasında farklı ve özel bir yere sahiptir. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin boyutları ve alınabilecek önlemleri ortaya koymak için Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde bir komisyon oluşturulmuş ve Başbakanlık ve Sağlık Bakanlığı tarafından yeni uygulamalar geliştirilmiştir. Bunlardan biri olan ve 2012 yılında uygulanmaya başlayan “Beyaz Kod” uygulaması, sağlık kurumlarında meydana gelen şiddet olaylarına hızlı müdahale ile sağlık çalışanları ve hasta güvenliğinin sağlanması ve hukuki sürecin işleyişinin kolaylaştırılması için geliştirilmiştir
YÖNTEM ve GEREÇLER: Beyaz kod uygulamasının sonuçları üzerine ülkemizde yapılmış kısıtlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Resmi bildirimi yapılmış şiddet olayları üzerine ülkemizde yapılmış en kapsamlı araştırmalardan biri olan bu tez çalışmasında, 162 beyaz kod vakası retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Tüm olaylarda toplam 248 kişi tarafından 236 sağlık çalışanına şiddet uygulandığı saptandı. Beyaz kod tutanaklarına göre sağlık çalışanlarının 162 olayın %98,1’inde sözel şiddete, %35,2’sinde fiziksel şiddete ve %0,62’sinde cinsel içerikli şiddete maruz kaldığı belirlendi. Şiddete en sık maruz kalan sağlık çalışanlarının doktorlar (%60,6), hemşireler (%21,2), güvenlik görevlileri (%8,9) ve (%5,1) kayıt görevlileri olduğu bulundu. Acil serviste doktorların, acil servis dışı birimlerde ise hemşirelerin diğer meslek gruplarına göre şiddete daha sık maruz kaldığı ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu (P < 0,05). Cinsiyete göre farklılıklar incelendiğinde ise acil serviste çalışan erkek personelin daha sık şiddete maruz kaldığı bulundu (P < 0,05). Sadece fiziksel şiddet özelinde ele alındığında ise acil serviste erkek doktorların, acil servis dışında da kadın doktorların fiziksel şiddete uğrama risklerinin daha yüksek olduğu bulundu (P < 0,05). Beyaz kod bildiriminin tamamı için hukuki süreç başlatıldığı, ancak bunlardan sadece 23’ünün (%14,2) sonuçlandırıldığı belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda şiddet olaylarının acil serviste ve acil servis dışı birimlerde önemli ölçüde farklılıklara sahip olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle şiddeti önlemeye yönelik tedbir ve uygulamaların acil servisler özelinde ayrıca ele alınması ve değerlendirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz
INTRODUCTION: Compared with the other professions, healthcare professionals have a different and special place in terms of risk for being exposed to violence. The commission has been formed under the umbrella of the Grand National Assembly of Turkey in order to determine the aspects of the violence against healthcare professional and set forth the precautions to be taken. Besides, new implementations have been developed by the Prime Ministry and the Ministry of Health. “Code White”, which was put into practice in 2012 is one these implementations. It is developed with the purpose of immediate respond to the actual or potential violence at healthcare centers, ensuring the security and safety of healthcare professionals and patients and facilitating the law process
METHODS: The number of the studies carried out on “Code White” is limited in Turkey. 162 cases on Code White were retrospectively studied in this paper which is one of the most extensive studies on violence cases officially reported in Turkey
RESULTS: It is determined that 236 healthcare professionals were exposed to violence by 248 in total. According to the Code White reports, the healthcare professionals were subjected to verbal abuse/violence in 98,1% out of 162 cases, to physical violence in 35,2% and to sexual violence in 0,62%. It is found that the healthcare professionals exposed to the violence most are doctors (60,6%), nurses (21,2%), security staff (8,9%) and receptionists (5,1%) respectively. It is determined that the doctors are the professionals who are exposed to the violence most at the emergency department and the nurses are the professionals who are exposed to the violence most at the units other than emergency departments compared to the other professions; the difference is statistically significant (P < 0,05). As the differences on the basis of the gender are analyzed, it is determined that the males working at emergency department are exposed to violence more (P < 0,05). As it is considered on the basis of physical violence it is found that the male doctors at emergency department and the female doctors at departments other than emergency have higher risks to be exposed to physical violence (P < 0,05). It is found that the it was initiated legal action against all the cases reported with Code White; however only 23 of them (14,2%) have been concluded.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, it has been shown that violence has significant differences in emergency and non-emergency service units. Therefore, we can say that the measures and practices to prevent violence must be handled and evaluated separately in the emergency services.

4.Evaluation of Cardiac Side Effects and ECG Findings in Patients Who Need Infusion of Phenytoin in Emergency Department
Mazlum Kılıç, Rohat Ak, Onur Yeşil, Tuba Cimilli Öztürk, Ebru Ünal Akoğlu, Özge Ecmel Onur
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.779  Pages 17 - 22
GİRİŞ ve AMAÇ: Fenitoin epilepsi tedavisinde kullanılan antikonvülzan bir ilaç olup aynı zamanda sınıf olarak Grup 1B antiaritmiktir. Fenitoin infüzyon tedavisi acil serviste sık kullanılan bir tedavi yöntemi olup hastalarda ciddi kardiyak yan etkiler görülebildiği literatürde belirtilmektedir. Çalışmamızda acil servise başvurup rehberlerde önerilen dozlarda fenitoin infüzyonu alan hastalarda, ne tür kardiyak yan etkiler görüldüğü, görülen bu yan etkilerin hangi hastalarda özellikle ortaya çıktığının saptanması, görülen kardiyak yan etkilerin ciddiyetinin saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız, İstanbul Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil servisinde status epileptikus tanısı alan ve fenitoin infüzyonu alması planlanan hastalar üzerinde gözlemsel olarak yapılmıştır. Çalışmamıza etik kurul onamı alındıktan sonra başlanmış ve hastaların gözlemsel olarak kayıtları tutulmuştur. Çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan hastaların onamı alındıktan sonra tüm hastalar monitorize takip edilmiş olup ilaç infüzyon tedavisine başlamadan, tedavinin ortasında ve tedavi sonlandığında EKG’leri çekilerek kayıt altına alınmış; vital bulguları da takip edilmiştir. 01.05.2016 ile 01.08.2016 tarihleri arasında toplam 82 hasta üzerinde gözlemsel olarak takip edilmiş, hasta verileri IBM SPSS Statistics 22 (IBM SPSS, Türkiye) programna kaydedilmiş; istatistiksel değerlendirmesi p<0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmamıza dahil olan toplam 82 hastanın yaş ortalaması 49,59 ± 21,79 olup bunların %43,9’u kadın ve %56.1’i
erkektir. Tedavi sırasında 4 hastada hipotansiyon, 15 hastada nistagmus, 10 hastada ataksi gelişmiş olup hiçbir hastada taradığımız parametrelerden olan apne veya aritmi izlenmemiştir. Çekilen EKG’lerin PR, QRS ve QTC mesafeleri incelenmiş olup anlamlı bir fark görülmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Fenitoin 25mg/dk infüzyon hızında güvenle kullanılabilecek bir ilaç olup kullanımı sırasında hastalarda kardiyak monitorizasyon yapmaya gerek yoktur.
INTRODUCTION: Phenytoin is an anticonvulsant medication used for the treatment of epilepsy. It is also group 1B antiarrhythmic. Phenytoin infusion treatment is generally applied in the emergency department and it may cause serious cardiac side effects. The purpose of the study is to determine whether the patients presented to the emergency department with the need of phenytoin infusion need the cardiac monitoring.

METHODS: The observational study was carried out on 82 patients at Fatih Sultan Mehmet Training and Research Hospital Emergency Department between 01.05.2016 and 01.08.2016. The patients were given 18 mg/kg phenytoin with 25 mg/min infusion rate. The patients were monitored during the treatment and the vital findings were followed through electrocardiography (ECG) taken before, mid and at the end of the treatment.
RESULTS: The average of ages of 82 patients included in the study is 49,59 ± 21,79; and 43,9% of them is female and 56.1% is male. During the treatment, 4 patients had hypotension, 15 of them had nystagmus and 10 patients had ataxia; whereas apnea or arrhythmia was not seen. The ECG’s was obtained and PR, QRS and QTC intervals have been analyzed. There was no significant difference.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Phenytoin is a safe drug when used at 25mg/min rate and cardiac moniterization may not be required during infusion.

5.Determination of Knowledge Levels About Pressure Wounds of Intensive Care Nurses
Gülten Özdemir, Ayşe Eken
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.772  Pages 23 - 27
GİRİŞ ve AMAÇ: Sağlık bakım hizmetlerinde etkin rol alan hemşirelerin profesyonel olarak sağlık uygulamalarını gerçekleştirirken, kaliteli ve etkili bakımı sunabilmeleri için yeterli bilgi, beceriye ve eleştirel düşünme yeteneğine sahip olmaları gerekmektedir. Yoğun bakım hemşirelerinin bası yaraları hakkındaki bilgi düzeyleri ve bası yaraları ile ilgili hangi konularda beceri eksikliği olduğunun saptanması oldukça önemlidir. Bu düşünceden yola çıkarak yapılan bu çalışma ile “Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bası Yarası Hakkındaki Bilgi Düzeylerinin Belirlenmesi” amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma, Kasım 2016’da Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılmıştır. Yoğun bakım ünitesinde çalışmakta olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 38 kişi çalışmanın evrenini oluşturmuştur. Elde edilen veriler SPSS (Statistical Packagefor SocialSciences) programında analiz edilmiştir.
BULGULAR: Sağlık çalışanlarının çoğunluğu hem bası yarası ile eş anlamlı kullanılan terimleri bilmekte hem de bası yarasını, basınca bağlı oluşan yaradır şeklinde tanımlamaktadır. %96,9’u bası yarası risk faktörünün temas bölgelerindeki sürekli basınca bağlı olduğunu fakat %96,7’si sık pozisyon değişikliği yapılarak bası yarasının önlenebileceğini ifade etmiştir. Araştırmaya katılanların tamamı yara bakım ürününün tedaviye katkı sağladığını belirtmiştir. Sağlık çalışanlarının %54,5’i bası yarası olan hasta takibinde bilgi ve beceri eksikliği olduğunu ifade etmiş olup, bası yarası ile ilgilenenlerin tamamının temel bir eğitime ihtiyacı olduğunu, %75,8’i bu eğitimin herkese zorunlu olması gerektiğini belirtmiştir. Sağlık çalışanlarının %72,7’si riskli grubu değerlendirme de en uygun yöntemin ölçek olduğunu ifade etmiştir
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bası yarası, hemşirelik bakımının kalite göstergesidir. Bu nedenle önleyici hemşirelik bakım protokollerinin geliştirilmesi ve uygulamaya geçirilmesi çok büyük önem taşımaktadır. Hastanın durumu göz önünde bulundurularak hemşirelik bakımının planlanması gerekmektedir. Bası yarası gelişme riski yüksek olan yatağa bağımlı hastalarla çalışan hemşirelerin, ölçek kullanarak düzenli olarak risk değerlendirmesi yapmaları önerilir. Hemşireler için bası yarası konusunda hizmet içi eğitim programları ve sempozyumların düzenlenmesi önerilebilir.
INTRODUCTION: Nurses who have an active role in health care services need to have sufficient knowledge, skills and critical thinking skills to offer quality and effective care while practicing health care professionally. It is very important that the ICU nurses determine the level of knowledge about the pressure wounds and the lack of information on which issues are related to the pressure wounds. With this study, it was aimed to determine the “Knowledge Levels About the Injury of Intensive Care Nurses”
METHODS: This research was done in Fatih Sultan Mehmet Education and Research Hospital in November 2016. 38 people who work in the intensive care unit and agree to participate in the research have formed the universe of working. The obtained data were analyzed in SPSS (Statistical Package for Social Sciences) program.
RESULTS: The majority of health workers are aware of the terms used synonymously with the print scar, and also describe the print scar as a connected scar. 96.9% stated that the pressure risk factor was due to continuous pressure in the contact area, but 96.7% stated that frequent positional changes could prevent pressure ulcers. All of the participants in the survey stated that the wound care product contributed to the treatment. 54.5% of the health workers stated that they had lack of knowledge and skills following the patient who was a pressure scar, 75.8% of those who are interested in pressure scar were in need of a basic education and 75.8% stated that this education should be compulsory for everyone. 72.7% of the health workers stated that the most appropriate method was the scale for risk group evaluation.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Pressure scar is a quality indicator of nursing care. For this reason, the development and implementation of preventive nursing care protocols are of great importance. It is necessary to plan nursing care considering the situation of the patient. It is recommended that nurses working with bed-dependent patients, who have a particularly high risk of developing scarring, regularly perform risk assessments using a scale. In-service training programs and symposiums may be proposed on the subject of pressure scars for nurses.

CASE REPORT
6.Segmental Spinal Myoclonus in a Patient with Spina Bifida: A Case Report
Esra Giray, Çağrı Ünal Ertekin, Olcay Ünver, Adnan Dağçınar, Naime Evrim Karadağ Saygı
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.793  Pages 28 - 31
Segmental spinal miyoklonus enfeksiyon, demiyelinizasyon, spinal kord infarktı, postoperatif yapışıklık, spinal kordun tümör travma gibi nedenlerle bütünlüğünün bozulması gibi pek çok sebepten kaynaklanmaktadır. Bu yazıda nadir görülen bir segmental spinal miyoklonus nedeni olarak spina bifida olgusu sunulmuştur. Hidrosefali, şant disfonksiyonu gibi ikincil nedenler dışlandıktan sonra gergin omurilik sendromunun spinal miyoklonusa sebep olduğu düşünüldü. Hem gergin omurilik sendromu nedeniyle gelişen spastisiteye hem de miyoklonusa yönelik başlanan oral baklofen ile miyoklonusun sıklığında azalma görüldü. Şant disfonksiyonu habercisi olabilen miyoklonusun epileptik bozuklukların sık görüldüğü bir merkezi sinir sistemi patolojisi olan spina bifidada erken tanısı ve epileptik nöbetlerden ayrımı gereksiz antiepileptik tedavinin önlenmesi açısından önemlidir.
Segmental spinal myoclonus can occur due to underlying pathology of spinal cord such as infection, demyelination, infarction, postoperative adhesions, distruption of spinal cord by trauma and tumor. Spina bifida as a rare cause of spinal segmental myoclonus is presented. Myoclonus can be a sign of shunt dysfunction in patients with spina bifida. Tethered cord syndrome was found to be associated with spinal segmental myoclonus after exclusion of secondary causes of myoclonus such as shunt dysfunction and hydrocephaly. Oral baclofen therapy was started. Spasticity and frequency of myoclonic jerks were both diminished. Since seizures and epilepsy commonly occur in spina bifida which is a central nervous system pathology, recognition of spinal segmental myoclonus and differentiation from epileptic seizures are essential for avoiding unneccessery use of antiepileptic drugs.

7.The Role of Magnetic Resonance Imaging and Diffusion Weighted Imaging in the Diagnosis of Urethral Diverticulitis: A Case Report
Fatma Kulalı, Şafak Fırat Kulalı, Aslıhan Semiz Oysu, Yaşar Bükte
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.744  Pages 32 - 34
Üretral divertikül nadir görülen bir hastalıktır. Kadınlarda daha sık görülmektedir. Çoğunlukla asemptomatiktir. Ancak, hastalar dizüri, üretrada ağrı, üriner inkontinans gibi nonspesifik üriner sistem şikayetleri ile de karşımıza çıkabilir. Nonspesifik semptomlar nedeniyle tanısı zordur. Divertikülit, divertikül içerisinde kalkül veya daha nadiren tümör gelişimi gibi komplikasyonlara neden olabilmektedir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG), yüksek doku kontrast rezolüsyonuna sahip olması nedeniyle üretra değerlendirmesinde önemli bir role sahiptir. Bu sebeple, özellikle tedaviye dirençli veya tekrarlayan üriner sistem şikayetleri olan hastaların, ayırıcı tanısında üretral divertikül ve komplikasyonlarını da düşünülerek, MRG ile ayrıntılı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bildiride, nadir görülen üretral divertikülitin kontrastlı alt batın MRG ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG) bulgularını sunmayı amaçladık.
Urethral diverticulum is a rare disorder. It is more common in women and usually asymptomatic. But, urethral diverticulum can cause non-specific symptoms such as dysuria, urethral pain and urinary incontinence. Some complications such as diverticulitis, stone or tumor development inside the diverticulum can be developed. The diagnosis of urethral diverticulum and its complications is very difficult. Because of extremely high contrast resolution, magnetic resonance imaging (MRI) has an important role in the evaluation of urethra. MRI can be problem solving modality especially in the patients with treatment resistant or recurrent symptoms of urinary system and in the suspicion of diagnosis of urethral diverticulum and complications. We aimed to present the features of MRI and diffusion weighted imaging (DWI) of urethral diverticulitis.

8.Giant Scrotal Herniation: A Case Report
Fatma Kulalı, Şafak Fırat Kulalı, Aslıhan Semiz Oysu, Yaşar Bükte
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.750  Pages 35 - 37
Skrotal herniasyon, sıklıkla karşılaştığımız bir sağlık sorunudur. Tek tedavi seçeneği, operasyondur. Opere edilmeyen olgular, inkarserasyon, strangülasyon veya perforasyon gibi majör komplikasyonlara neden olabilir ve acil koşullarda operasyon gerektirebilir. Skrotal herniasyonun tanısı, genellikle fizik muayene ile konulmaktadır. Ancak, özellikle büyük herniasyonlarda, kese içeriğinin değerlendirilmesi için görüntüleme gereklidir. Dev inguinoskrotal herniasyon tanımı, femur orta kesim inferioruna uzanan herniasyonlar için kullanılmaktadır. Dev inguinoskrotal herniasyon oldukça nadir görülmektedir. İnce bağırsakların tamamına yakın kısmını, sigmoid, inen kolon ve transvers kolonun tamamını içeren ve femur distal kesimi seviyesine kadar uzanan skrotal herniasyon oldukça nadirdir. Bu bildiride, mezenterik vasküler yapıları da içine alan dev skrotal herniasyonu olan oldukça nadir görülen olgumuzun bilgisayarlı tomografi görüntüleri sunuldu
Scrotal herniation is a common disease. Patients with scrotal herniation can be asymptomatic or symptomatic. Surgery is the only treatment. If patients avoid surgery for scrotal herniation, major complications (e.g., incarceration, strangulation, perforation) can occur. In these situations, emergency surgery must be performed. The physical examination is generally sufficient to make diagnosis of scrotal herniation. But, imaging modalities are needed to evaluate the content of herniation, especially for giant inguinoscrotal herniation. Giant inguinoscrotal herniation is defined as herniation extending beyond midportion of femur. Giant inguinoscrotal herniation is extremely rare. We present a rare case of computed tomography findings of giant scrotal herniation containing near total small bowell, sigmoid, descending and transverse colons, and mesenteric vasculature.

9.Mesh Fixation with Sutures in Subcostal Incisional Hernia: A Case Report
Yalın İşcan, Birol Ağca, Aziz Bora Karip
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.882  Pages 38 - 41
Kesi fıtıklarında laparoskopi sıklıkla kullanılmaktadır. Zımba atıcılar sayesinde yama sabitleme oldukça kolaylaşmıştır fakat bu aletlerin subkostal bölgede etkinliği azalmaktadır. Transfasyal dikişler, zımba atıcılar için açısı zor ve riskli bölgelerde alternatif olarak kullanılabilirler.
Laparoscopy is often performed in incisional hernia. Mesh fixation became easier with staples but the effectiveness of these instruments reduced in subcostal region. Transfacial sutures are alternatives for staples in difficult and risky places.

REVIEW
10.Juvenile Idiopathic Artrhritis
Özge Gülsüm İlleez
doi: 10.15659/bogazicitip.18.04.739  Pages 42 - 46
Juvenil idiopatik artrit çocukluk çağında en sık görülen romatizmal hastalıktır. Hastalık eklemlerde ağrı, şişlik, deformite, büyüme – gelişme ve seksüel gerilik gibi bulgulara neden olabilir. Aktif hastalık uygun şekilde tedavi edilmezse erişkin döneme taşınabilir. Bu nedenle tedavide temel amacımız inflamasyonu hızlı bir şekilde kontrol altına almaktır. Biyolojik tedavilerin bu hastalık grubunda kullanılmaya başlaması ile birlikte tedavi seçenekleri artmıştır.
Juvenile idiopathic arthritis is the most common rheumatic disease in childhood. It may cause pain, joint swelling, deformity and growth impairment, with probable continue active disease into adulthood if not properly treated. Therefore our main goal in treatment is to try to control of inflammation as quickly as possible. Treatment options have increased with introduction of biological treatment.

LookUs & Online Makale