EDITÖRDEN | |
1. | Editörden Editorial Eren GözkeSayfa I |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
2. | Karpal Tünel Sendromlu Hastalarda Ağrı Şiddeti ile Elektrofizyolojik Seviyenin Karşılaştırılması Comparison of Severity of Pain and Electrophysiological Severity Degree in Patients with Carpal Tunnel Syndrome Aybala Neslihan Alagöz, Yeşim Aras, Bilgehan Atılgan Acar, Türkan Acardoi: 10.14744/bmj.2019.35744 Sayfalar 1 - 8 GİRİŞ ve AMAÇ: Karpal tünel sendromu (KTS) tüm tuzak nöropatilerin en yaygın ve en iyi çalışılanıdır. KTS, median sinirin el bileğinde lokalize kompresyonu ile ilişkili olan uyuşma, karıncalanma, yanma ve/veya ağrıya neden olan klinik bir sendromdur. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya prospektif olarak 32 hasta dahil edildi. Bu çalışmada KTS şüphesi nedeniyle elektrofizyoloji laboratuvarında değerlendirilen toplam 32 hastada 49 el çalışılmıştır. The Leeds Assessment of Neuropathic Symptoms and Signs (LANSS) ağrı skalası ve Visuel Analog Skalası (VAS) ile değerlendirilmiştir. LANSS ağrı skalası, ağrı nöropatik mekanizmaların hakim olduğu hastaları tanımlamak için klinik temelli bir araçtır. VAS, 100 mm yatay skalada, ağrı derecesini subjektif olarak işaretler. 0: ağrı yok, 100: maksimum ağrıyı gösterir. Elektrofizyoloji ile KTS tanısı alan hastalar hafif, orta ve ağır KTS olarak gruplandırılmıştır. KTS'nin şiddetine göre, LANSS ağrı ölçeği 12 altı ile 12 ve üstü olarak gruplandırılmıştır. Hastalar VAS ile sağ el ve sol el için ayrı ayrı değerlendirilmiş ve LANSS ve VAS ayrı ayrı karşılaştırılmıştır. BULGULAR: Hafif ve ağır KTS vakalarında LANSS ağrı ölçeğinin 12 ve daha fazla olduğu bulunmuştur. LANSS ≥12 hastalarında renk değişikliği (madde 2) (p=0.008) ve allodini (madde 6) (p=0.010) anlamlı olarak daha yüksekti. Bu iki madde hariç, LANSS <12 ve LANSS ≥12 olan hastalar arasında anlamlı bir fark yoktu. Hem sağ hem de sol elde VAS ile hastalığın elektrofizyolojik şiddeti istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.001, p=0.009). LANSS ve VAS karşılaştırıldığında, sağ el LANSS renk değişikliği (madde 2) (p=0.029) ve toplam LANSS skoru (p=0.049) arasında istatistiksel bir ilişki tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, allodini dışında LANSS ağrı skalası, KTS'li hastalarda elektrofizyolojik şiddet ile anlamlı bir ilişki göstermedi. LANSS ≥12 olan grupta madde 2 (renk değişikliği) ve madde 6 (allodini) anlamlı olarak daha yüksekti. Elektrofizyolojik şiddeti tanımlamak için VAS istatistiksel olarak daha anlamlı bulundu. Sonuçlarla, günlük uygulamada VAS kullanımı doğrulandı. Daha detaylı testlerle ve daha yüksek hasta sayılarıyla yapılacak çalışmalar, tekrarlanan ENMG tetkiklerine gerek duymadan hastanın takibini sağlayacaktır. |
3. | Ülseratif kolit ve Neopterin: İlişkili mi? Ulcerative Colitis and Neopterin: Related? Beşir Kesici, Gülden Yürüyen, Hale Araldoi: 10.14744/bmj.2019.38258 Sayfalar 9 - 13 GİRİŞ ve AMAÇ: Ülseratif kolit (ÜK), kolon mukozasını istila eden, remisyon ve alevlenme ile ilerleyen kronik bir enflamatuvar barsak hastalığıdır. Neopterin, hücre aracılı immünitenin biyokimyasal bir belirtecidir. Çalışmalar, İnflamatuar bağırsak hastalıklarında neopterin düzeylerinde artış olduğunu göstermiştir. Bu çalışma, Ülseratif kolitte Truelove-Witts aktivite kriterleri ile neopterin düzeyi arasıdaki ilişkiyi ortaya koymayı ve Neopterinin hastalık aktivitesini göstermede kullanılabilirliğini göstermeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz Gastroenteroloji kliniğinde ÜK nedeniyle takip edilen 34 hasta çalışmaya alınıp, hastalık aktiviteleri açısından Truelove-Witts akvitive indeksine göre hafif, orta ve şiddetli olmak üzere üç sınıfa ayrıldı. 43 adet sağlıklı birey, kontrol gurubu olarak çalışmaya dahil edildi. Hasta ve kontrol grubunda Neopterin düzeyi incelenip, aralarındaki ilişki istatistiksel olarak incelendi. BULGULAR: Hasta ve kontrol grubu arasında medyan neopterin düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlar serum neopterin düzeylerinin ülseratif kolitli hastalarda kontrol grubuna göre değişmediğini ve yaş ve cinsiyetin bu sonuç üzerinde belirli bir etkisi olmadığını göstermiştir. |
4. | Primer Pterjium Cerrahi Tedavisinde Konjonktival Otogreft ve Primer Eksizyonun Karşılaştırılması Comparison of Conjunctival Autograft and Primary Excision for The Surgical Treatment of Primary Pterygium Ali Olgun, Aylin Ardagil Akçakaya, Dilek Güvendoi: 10.14744/bmj.2019.50469 Sayfalar 14 - 17 GİRİŞ ve AMAÇ: Konjonktival otogreft ve primer eksizyon cerrahi tekniklerinin postoperatif sonuçlarının değerlendirilmesi. YÖNTEM ve GEREÇLER: Primer pterjium tanısı almış primer eksizyon cerrahisi ve serbest limbal konjonktival otogreft cerrahisi yapılmış olgular, retrospektif olarak yaş, cinsiyet, tutulan taraf, pterjiyum tipi, nüks varlığı, nüks görülme zamanı ve nüks saptanmadan geçen zaman (ay) açısından karşılaştırıldı. Çalışmada 40’ı primer eksizyon uygulanmış, 54’ü konjonktival otogreft uygulanmış toplam 94 primer pterjium olgusu incelendi. BULGULAR: Primer eksizyon (PE) grubunda 40 hastanın 9’unda (%22.5), konjoktival otogreft (KO) grubundaki 54 hastadan 2’sinde (%3.7) nüks saptandı. PE grubundaki nüks varlığı KO grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0.005). Nüks saptanmadan geçen zaman (ay) açısından sağ kalımı değerlendirdiğimizde KO grubunda PE grubuna göre daha uzun süre nüks gelişmediği istatiksel anlamlı olarak saptandı (sırasıyla 16.55±7.95, 20.33±5.12, p=0.01). TARTIŞMA ve SONUÇ: Konjonktival otogreft primer pterjium cerrahi tedavisinde etkili ve güvenilir bir yöntemdir. Filtran cerrahi adaylarında konjonktival otogreft tekniğini önermemekteyiz. |
5. | İnternal Fiksasyon Amacı ile Kullanılan Plaklar Kırık İyileşmesi Süresince Metal Yapı ve Özelliklerini Ne Ölçüde Koruyabiliyor? Do Plates Used for Internal Fixation During Fracture Healing Maintain Their Metal Structure and Function? Barış Yılmaz, Baran Kömür, Evrim Şirin, Erdem Aktaş, Cevat Yılmaz, Nurettin Heybelidoi: 10.14744/bmj.2019.02996 Sayfalar 18 - 21 GİRİŞ ve AMAÇ: Ekstremite kırık fiksasyonu için kullanıldıktan sonra çıkarılan düz Dinamik Kompresyon Plaklar (DCP), üst (Grup 1) - alt (Grup 2) ekstremitede kullanımlarına göre 2 gruba ayrıldılar. Kullanımları sürece metalik yapı ve özellikleri radyografik, penetrant ve kimyasal analizleri yapılarak değerlendirildiler. YÖNTEM ve GEREÇLER: Gruplara göre olguların cinsiyet, yaş ortalamaları, taraf dağılımları ve çıkarılma süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). BULGULAR: Tüm plakların radyolojik ve penetrant değerlendirmelerinde hiçbir mikrokırığa rastlanmadı. Aynı zamanda plakların kimyasal metal analizlerinde hiçbir metal kaybı ya da metal oran değişikliği gözlenmedi. Sonuçta plakların işlev gördükleri süreç içinde zarar görmemiş olması, yapılan tedavilerde metal bileşiminde dayanıklılık açısından ek bir kazanç sağlamadığını göstermiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Yüke maruz kalan bölgede zarar görmeyen plakların aynı dayanıklılıkta yüke maruz kalmayan bölgede de kullanılıyor olması bu bölgeler için dayanıklılık özelliklerini kaybetmeden daha az metalik içerikli, ince profilli ve daha ucuza mal edilebilir plaklar üretilmesi yönünde çalışmalar yapılabilir. |
6. | Primer Açık Açılı ve Normal Tansiyonlu Glokom Olgularında Doppler Ultrasonografi Bulguları Doppler Ultrasonography in Primary Open-Angle and Normal Tension Glaucoma Patients Esin Derin Çiçek, Zeynep Acar, Bülent Saydamdoi: 10.14744/bmj.2019.82574 Sayfalar 22 - 28 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı, primer açık açılı glokom ve normal tansiyonlu glokom olgularında, retrobulber bölgenin akım özelliklerinde ortaya çıkabilecek hemodinamik değişiklikleri Doppler ultrasonografi ile değerlendirerek, etiyolojide vasküler faktörlerin önemini ve tanıda görüntülemenin rolünü araştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma için toplam 50 olgunun 98 adet gözü incelendi. Kontrol grubu 14 normal olgudan oluşmakta idi. 25 adet primer açık açılı ve 11 adet normal tansiyonlu glokom olgusu hasta gruplarını oluşturdu. Tüm incelemeler Toshiba PowerVision 7000 SSA-380A renkli Doppler US cihazı ile multifrekans (5-7.5-10 MHz) lineer transdüser ile gerçekleştirildi. Oftalmik arter, santral retinal arter ve temporal posterior silier arterlerin piksistolik hız ve rezistif indeks değerleri incelendi. BULGULAR: Olguların yaş ve cinsiyetlerinin dağılımı ile her iki gözün karşılaştırılmasında piksistolik hız ve rezistif indeks değerlerinde anlamlı fark saptanmadı. Her iki glokom grubunda da oftalmik arterin piksistolik hız, rezistif indeks ve santral retinal arterin piksistolik hız değerlerinde, normal olgulardan oluşan kontrol grubu ile anlamlı istatistiksel fark saptanmadı. Glokom olgularında santral retinal arterin rezistif indeks değeri kontrol grubuna göre yüksek bulundu. Posterior silier arterlerde ise piksistolik hız değeri glokomlu olgularda kontrol grubuna göre düşük, rezistif indeks değeri ise yüksek bulundu. İki glokom grubu arasında yapılan karşılaştırmada ise incelenen değerlerde anlamlı istatistiksel fark saptanmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda santral retinal arter ve özellikle posterior silier arterde tespit ettiğimiz bulgular vasküler hemodinamideki değişikliklerin glokom etiyolojisinde rol oynayabileceği kuramını desteklemektedir. Retrobulber kan akımının değerlendirilmesinde renkli Doppler US inceleme noninvaziv, kontrast madde gerektirmeyen, radyasyon içermeyen, tekrar edilebilir güvenilir bir yöntemdir. |
7. | Lokal İleri Evre Mide Kanserlerinde Neoadjuvan Kemoterapi Sonrası Cerrahi Tedavinin Genel Sağkalım Sonuçları Overall Survival Results with Surgical Treatment After Neoadjuvant Chemotherapy in Local Invasive Gastric Cancers Gökhan Ertuğruldoi: 10.14744/bmj.2019.07279 Sayfalar 29 - 32 GİRİŞ ve AMAÇ: Mide kanseri son derece sık görülen ve ölümcül seyreden bir kanserdir. Bilinen tek küratif tedavisi radikal gastrektomidir. Bu retrospektif çalışma ile neoadjuvan kemoterapi sonrası cerrahi tedavi ile standart cerrahi tedavinin genel sağ kalım sonuçları karşılaştırılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Merkezimiz de lokal ileri evre mide kanseri tanısıyla cerrahi tedavi uygulanan 90 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 45 ine (%50) neoadjuvan kemoterapi sonrası cerrahi tedavi uygulanmıştı. BULGULAR: Lokal ileri evre mide kanseri nedeniyle neoadjuvan kemoterapi sonrası cerrahi tedavi uygulanan hastalar da genel sağkalım süresi 16.6 ay, standart cerrahi tedavi uygulanan hastalar da 15.6 ay olarak bulundu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada neoadjuvan kemoterapi sonrası cerrahi tedavi ile standart cerrahi tedavi arasında genel sağkalım süreleri açısından fark bulunmadı. |
OLGU SUNUMU | |
8. | Amyand Herniye Eşlik Eden Komplike Akut Apandisit Vakası Complicated Acute Appendicitis Accompanying Amyand's Hernia Anıl Ergin, Yalın İşcan, Birol Ağca, Kemal Memişoğludoi: 10.14744/bmj.2019.14622 Sayfalar 33 - 35 Amyand herni; inguinal herni kesesi içerisinde appendiksin görüldüğü çok nadir görülen bir fıtık çeşididir. Bu çalışmamızda Akut Apandisit ile komplike olmuş bir Amyand herni vakasını sunmaktayız. Acil servise sağ inguinal bölgede ağrı şikayetiyle başvuran 62 yaşında erkek hastada peroperatif olarak sağ inguinal herni kesesi içerisinde gelişen Akut Apandisit görünümü saptandı. Appendektomi işlemi uygulandı. Enfekte olma riski yüksek olduğundan dolayı herhangi bir mesh uygulamasından kaçınıldı. Hasta postoperatif birinci günde taburcu edildi. Akut Apandisitin eşlik ettiği Amyand Herni görülme sıklığı oldukça düşük bir durumdur. Mevcut literatürlere bakıldığında Laparoskopik Appendektomi ile eş zamanlı Amyand herni onarım bölgesine mesh konulması önerilmemektedir. Bu olgumuzda appendektomi laparoskopik olarak tamamlanmış ve herni kesesi intraperitoneal olarak primer süturasyon yardımıyla onarılmıştır. |