| ÖN SAYFALAR | |
| 1. | Front Matter Sayfalar I - X |
| ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
| 2. | Laparoskopik Kolesistektomi Öncesi ERCP Uygulamasının Prediktörleri: Retrospektif Bir Analiz Predictors of Preoperative ERCP Application Before Laparoscopic Cholecystectomy: A Retrospective Analysis Mehmet Timuçin Aydın, Hakan Güven, Enis Yüney, Güngör Sakmandoi: 10.14744/bmj.2025.36002 Sayfalar 1 - 4 GİRİŞ ve AMAÇ: Laparoskopik kolesistektomi (LK), semptomatik safra kesesi taşlarının tedavisinde altın standart haline gelmiştir. Ancak hastaların %3–10’unda ortak safra kanalı (OSK) taşları da bulunabilir ve bu durum tedaviyi karmaşıklaştırır. 1970’lerde endoskopik retrograd kolanjiyo-pankreatografi (ERCP), OSK taşlarının tedavisinde cerrahi eksplorasyona kıyasla minimal invaziv bir alternatif sunarak devrim yaratmıştır. Ancak LK uygulanacak ve koledokolitiazis şüphesi olan hastalarda en uygun yaklaşım hâlâ tartışmalıdır. Bu retrospektif çalışmanın amacı, Haziran 1996 ile Haziran 1998 tarihleri arasında SSK Okmeydanı Eğitim Hastanesi’nde LK uygulanan 206 hastada selektif preoperatif ERCP gerekliliğini öngören belirteçleri saptamaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Klinik, biyokimyasal ve radyolojik veriler analiz edilerek ERCP için en anlamlı öngörücü faktörler belirlenmiştir. Temel kriterler arasında kolanjit, safra taşı pankreatiti veya sarılık öyküsü; yükselmiş bilirubin ve alkalen fosfataz düzeyleri ile ultrasonografide OSK çapının ≥8 mm olması yer almıştır. BULGULAR: ERCP, 24 hastada (%11,65) uygulanmış ve 22’sinde başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu hastalardan 16’sında (%72,8) OSK çapı ≥8 mm iken, 13’ünde (%81) pozitif ERCP bulguları saptanmıştır. Biyokimyasal anormallikler 14 hastada (%63,6) görülmüş, bunların 8’inde (%57,1) pozitif ERCP sonuçları elde edilmiştir. Dikkat çekici olarak, biyokimyasal testleri normal olan 8 hastanın 6’sında (%75) da pozitif ERCP bulguları bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, özellikle genişlemiş OSK ve anormal karaciğer fonksiyon testlerine sahip hastalarda, klinik ve biyokimyasal parametrelere dayalı selektif ERCP’nin önemini vurgulamaktadır. Bulgular, gereksiz ERCP işlemlerini ve buna bağlı komplikasyonları en aza indirmeyi hedefleyen risk sınıflandırmasını savunan önceki çalışmalarla uyumludur. Preoperatif değerlendirme kriterlerinin rafine edilmesiyle, bu çalışma daha hedeflenmiş bir ERCP yaklaşımını desteklemekte ve hasta sonuçlarını iyileştirirken işlem risklerini azaltmaktadır. |
| 3. | Anjiyotensin Dönüştürücü Enzim İnhibitörleri veya Anjiyotensin II Reseptör Blokerleri Kullanımının COVID-19 Hastalarında Prognoza Etkisi Effect of Angiotensin-Converting Enzyme Inhibitors or Angiotensin II Receptor Blockers on Prognosis in COVID-19 Patients Nisa Babacanlar, Yaşar Sertbaş, Nalan Okuroğlu, Meltem Sertbaş, Ali Özdemirdoi: 10.14744/bmj.2025.75768 Sayfalar 5 - 13 GİRİŞ ve AMAÇ: Coronavirus Hastalığı-19’un (COVID-19) patogenezinde, anjiyotensin dönüştürücü enzim-2 (ACE2) reseptörü aracılığıyla insan vücuduna girebileceği ve renin-anjiyotensin sistemi (RAS) blokerlerinin kullanımının ACE2 reseptör ekspresyonunu artırarak ‘Severe Acute Respiratory Syndrome-Coronavirus 2’ (SARS-CoV-2) ile enfekte olma olasılığını artırabileceğini gösteren çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmada, hipertansif hastalarda anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri (ACEİ) ve anjiyotensin reseptör blokerlerinin (ARB) COVID-19 prognozu üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif, tek merkezli çalışmaya, 15 Mart 2020 ile 1 Temmuz 2021 tarihleri arasında pozitif polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) testleri veya göğüs bilgisayarlı tomografi (BT) radyolojik bulgularına dayanarak COVID-19 tanısı konulan, 18 yaş ve üzeri 1130 hastaneye yatırılmış hasta dahil edilmiştir. Veriler hastane bilgi sistemi üzerinden elde edilmiştir. Hastalar, hipertansiyonu olan ve olmayanlar olarak iki gruba ayrıldı. Hipertansif hastalar ise ACEİ/ARB kullananlar ve kullanmayanlar olarak sınıflandırılarak bu ilaçların hastalık prognozu üzerine etkileri incelendi. İstatistiksel analizler SPSS Statistics 22 programı ile yapıldı. BULGULAR: Çalışmaya 511 (%45) kadın ve 619 (%55) erkek hasta dahil edildi. Yoğun bakımda yatan hastalarda hipertansiyon görülme oranı belirgin olarak daha fazlaydı (%63’e karşı %41; p<0,001; OR: 2,51; GA: 1,73–3,65). Ölen hastalarda hipertansiyon görülme oranı da taburcu olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (%68’e karşı %40; p<0,001; OR: 2,9; GA: 1,99–4,21). Hipertansif hastalarda ACEİ/ARB kullanımı ile hastanede kalış süresi ve yoğun bakım yatışı arasında anlamlı fark bulunmadı. ACEİ/ARB kullanan hastaların taburcu oranı, ölenlere kıyasla daha yüksekti (sırasıyla %71 ve %60; OR: 0,62; p=0,043). Hastalığın şiddet belirteçlerinden yalnızca CRP düzeylerinde anlamlı fark saptandı (ACEİ/ARB kullananlar: 7,19±9,75; kullanmayanlar: 8,74±10,18; p=0,032). TARTIŞMA ve SONUÇ: ACEİ/ARB kullanımının COVID-19 hastalarında olumsuz bir etkisine rastlanmamıştır. RAS inhibitörlerinin hastalık şiddeti ve mortalitesi üzerinde olumlu etkileri olabileceği düşünülmektedir. Bu bulgular doğrultusunda, koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve hipertansiyon tedavisinde birincil ilaçlar olan ACEİ/ARB’lerin COVID-19 hastalarında güvenle kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. |
| 4. | Prognostik Nutrisyonel İndeksi ve Nötrofil-Lenfosit Oranının Akut İskemik İnmenin Klinik Sonlanımına Etkisi Impact of Prognostic Nutritional Index and Neutrophil-to-Lymphocyte Ratio on Clinical Outcomes of Acute Ischemic Stroke Zeynep Tanrıverdi, Eren Mingsar, Dilan Düztaş, Hatice Sevil, Mensure Çakırgöz, Enise Nur Özlem Tiryakidoi: 10.14744/bmj.2025.21704 Sayfalar 14 - 20 GİRİŞ ve AMAÇ: Akut iskemik inme (Aİİ), dünya genelinde önemli bir ölüm ve sakatlık nedenidir. İnflamasyon, iskemik inmede beyin hasarını ve prognozu etkilerken; malnütrisyon da klinik sonlanımı önemli ölçüde etkilemektedir. Prognostik nutrisyonel indeks (PNI) ve nötrofil-lenfosit oranı (NLR), sırasıyla beslenme durumu ve inflamatuvar yanıtı değerlendirmek amacıyla kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, PNI ve NLR’nin iskemik inme prognozunu belirlemedeki yerini ortaya koymaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Eylül 2020 ile Kasım 2021 tarihleri arasında nöroloji yoğun bakım ünitemizde izlenen toplam 215 akut iskemik inme hastası retrospektif olarak analiz edilmiştir. Hastaların etyolojik sınıflamaları, vasküler risk faktörleri, laboratuvar parametreleri ve mortalite oranları değerlendirilmiştir. PNI ve NLR değerleri hesaplanmış, ROC analizi ile belirlenen 42,5 kesme değeri esas alınarak PNI iki gruba ayrılmıştır. BULGULAR: Altmış günlük izlem sonunda yapılan çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, koroner arter hastalığı (Risk Oranı [HR]: 3,9; p=0,021), giriş Ulusal Sağlık Enstitüsü İnme Ölçeği (NIHSS) skoru (HR: 1,16; p<0,001) ve PNI (HR: 0,022; p<0,001) nörolojik sonuçların anlamlı bağımsız belirleyicileri olarak bulunmuştur. Ayrıca, genel sağkalımı değerlendiren Cox regresyon analizinde yaş (HR: 1,93; p=0,009), giriş NIHSS skoru (HR: 1,04; p=0,008), kan üre azotu (BUN) seviyesi (HR: 1,69; p=0,012) ve PNI (HR: 0,27; p=0,007) mortaliteyi etkileyen bağımsız faktörler olarak saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: PNI ve NLR, kolay ulaşılabilir ve düşük maliyetli biyobelirteçlerdir. Bu belirteçler, hastaların inflamatuvar ve beslenme profilleri hakkında bilgi sağlayarak klinik karar süreçlerini desteklemekte ve Aİİ prognozunun öngörülmesinde kullanılabilmektedir. |
| 5. | Ankilozan Spondilitte Kardiyak Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) ile Miyokardiyal Fibrozisin Değerlendirilmesi ve Bulguların Transtorasik Ekokardiyografi (TTE) ile Klinik Aktivasyon İndeksleriyle Korelasyonu The Cardiac MRI Assessment of Myocardial Fibrosis in Ankylosing Spondylitis and Its Correlation with Transthoracic Echocardiography (TTE) and Clinical Activation Indices Burcu Narin, Ahmet Nedim Kahraman, Zeynep Demet Ilgezdi, Kamber Göksu, Muhammet Mustafa Kaşık, Feyza Ünlü Özkan, Ilknur Aktaşdoi: 10.14744/bmj.2025.26349 Sayfalar 21 - 28 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, ankilozan spondilit (AS) hastalarında kardiyak manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanılarak kardiyak tutulumu araştırmakta ve elde edilen bulgular transtorasik ekokardiyografi (TTE) ile klinik ve laboratuvar verilerle karşılaştırılmaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya, en az 10 yıldır HLA-B27 pozitif AS tanısı almış, bilinen kardiyak hastalığı veya risk faktörü bulunmayan ancak TTE ile diyastolik disfonksiyon saptanan hastalar dahil edilmiştir. Hastaların ortalama yaşı 40’tır. Kardiyak morfoloji ve miyokardiyal patolojileri değerlendirmek amacıyla kontrastlı kardiyak MRG yapılmıştır. Hastalık aktivitesi, Bath Ankilozan Spondilit Aktivite İndeksi (BASDAI) ve Bath Ankilozan Spondilit Fonksiyonel İndeksi (BASFI) ile değerlendirilmiştir. Hastalık aktivitesini belirlemek için C-reaktif protein (CRP) ve eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) gibi laboratuvar belirteçleri ölçülmüştür. BULGULAR: Klinik aktivasyon indeksleri yüksek olan ve doku Doppler görüntülemede E-dalgası deselerasyon süresi uzamış hastalarda kardiyak MRG’de miyokardiyal patoloji saptanmıştır. MRG bulguları arasında intramural miyokardiyal ödem, geç gadolinyum tutulumu ve sol ventrikül duvarında miyokard incelmesi yer almıştır. Kardiyak MRG bulguları ile laboratuvar belirteçleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Diyastolik disfonksiyonu olan AS hastaları, altta yatan miyokardiyal patolojinin lokalizasyonunu saptamak açısından MRG’den fayda görebilir. Anormal MRG bulguları, daha yüksek hastalık aktivite indeksleri ile ilişkilendirilmiştir; bu da miyokard tutulumu patogenezinde inflamasyonun rol oynayabileceğini düşündürmektedir. |
| OLGU SUNUMU | |
| 6. | Safra Taşı İleusu: Vaka Sunumu Gallstone Ileus: A Case Report Süleyman Atalay, Adem Akçakayadoi: 10.14744/bmj.2025.20591 Sayfalar 29 - 31 Safra taşı ileusu, genellikle gecikmiş prezentasyon ve nonspesifik semptomlarla seyreden nadir bir mekanik ileus nedenidir. Mekanik ileus semptomlarıyla başvuran kronik kolesistolitiyazisli hastalarda akılda bulundurulmalıdır. Tipik olarak kolesistoduodenal fistül oluşumuna bağlı gelişen bağırsak tıkanıklığını gidermek amacıyla safra taşının cerrahi olarak çıkarılması, tedavinin temelini oluşturur. Dört yıllık kolesistolitiyazis öyküsü olan 60 yaşındaki erkek hasta, mekanik bağırsak tıkanıklığı belirtileriyle başvurdu. Abdominal görüntülemede kolesistoduodenal fistül ve safra taşı ileusunu düşündüren ince bağırsak obstrüksiyonu saptandı. Hastaya laparotomi uygulandı. Kolesistektomi, kolesistoduodenal fistül onarımı ve enterotomi ile safra taşı çıkarılması gerçekleştirildi. Hasta, postoperatif yedinci günde sorunsuz bir şekilde taburcu edildi. |
| 7. | Korpus Kallozumun Sitotoksik Lezyonları: Dört Vaka Sunumu Cytotoxic Lesions of the Corpus Callosum (CLOCC): Four Case Reports Gülseren Büyükşerbetçi, Ümmü Serpil Sarı, Nermin Tepe, Merve Karabaş, Figen Esmelidoi: 10.14744/bmj.2025.44227 Sayfalar 32 - 37 Korpus kallozum, her iki serebral hemisfer arasında interhemisferik iletişimi sağlayan, beyaz cevher traktlarının oluşturduğu birincil komissüral alandır. Korpus kallozum, yaklaşık 200 milyon ağır miyelinli aksondan oluşur ve kontralateral nöronlara homotopik veya heterotopik projeksiyonlar oluşturur. Anatomik olarak, korpus kallozum dört ayrı bölüme ayrılır: rostrum, genu, body ve splenium. Bu bileşenler, sağ ve sol serebral hemisferlerin karşılık gelen merkezlerini bağlar ve kapsamlı nöral koordinasyonu sağlar. Korpus kallozumun sitotoksik lezyonları (KKSL), çeşitli nörolojik semptomlarla kendini gösterebilir. Bu çalışmada dört KKSL vakası sunulmaktadır. İlk vaka, nöroloji polikliniğine ateş, bulanık görme ve yorgunluk şikayetleriyle başvuran 41 yaşında erkek hastaydı. İkinci olgu, 21 yaşında kadın hasta, acil servise baş ağrısı, ateş, tinnitus ve boğaz ağrısı ile başvurdu. Üçüncü vaka, 65 yaşındaki bir kadın hastaydı. Acil servise baş ağrısı, farkındalığın bozulduğu fokal nöbet ve konfüzyon ile başvurdu. Dördüncü vaka, 64 yaşında kadın hastaydı; global afazi ve sağ hemiparezi ile başvurdu ve acil servisteki takibinde ateş ortaya çıktı. Korpus kallozum splenium lezyonunun (KKSL) etiyolojisinde, ilk vakada diş temizleme işlemi sonrası gelişen enfeksiyon, ikinci vakada lobar pnömoni ve üçüncü vakada sinüs venöz trombozu tespit edildi. Ayrıca üçüncü vakada takip sırasında ateş ve farkındalığın bozulduğu nöbetler izlendi. Dördüncü vakada ise ampirik antibiyotik tedavisine yanıt veren, ancak kültür ve görüntüleme gibi enfeksiyon odağına yönelik tetkiklerde kaynağı tespit edilemeyen bakteriyel enfeksiyonun etiyolojide rol oynadığı düşünüldü. KKSL tanısı, difüzyon manyetik rezonans görüntüleme (MRI) kullanılarak korpus kallozumda akut difüzyon kısıtlamasının belirlenmesiyle konur. KKSL, tanı konulmamış nörolojik bulguları olan hastalarda ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulmalıdır. Genellikle altta yatan nedene bağlı olarak geri dönüşümlüdür ve iyi prognozludur. Radyolojik olarak tanınması, uygun tedavi seçimi için önemlidir. |
| DIĞER | |
| 8. | Erratum doi: 10.14744/bmj.2025.50480 Sayfa 38 Makale Özeti | |
| 9. | Erratum doi: 10.14744/bmj.2025.98853 Sayfa 39 Makale Özeti | |