ISSN 2149-0287
Boğaziçi Tıp Dergisi - Bosphorus Med J: 6 (2)
Cilt: 6  Sayı: 2 - 2019
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Toraks Bilgisayarlı Tomografi Anjiografi İncelemesinde Akut Pulmoner Emboli Saptanan ve Saptanmayan Olguların Parankimal ve Plevral Bulgularının Karşılaştırılması
Analysis of Parenchymal and Pleural Findings of Acute Pulmonary Embolism Detected with Thorax Computerized Tomography Angiography
Kadihan Yalçın
doi: 10.14744/bmj.2019.77487  Sayfalar 37 - 43
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut Pulmoner emboli (PE) ön tanısıyla radyoloji kliniğine refere edilen, yapılan BT tetkikinde PE saptanan ve saptanmayan olguların parankimal ve plevral bulgularının sıklığının karşılaştırılması ve parankimal ve plevral BT bulguları ile PE arasındaki bağlantıyı saptamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: PE ön tanısı ile hastanemiz radyoloji kliniğine refere edilen ardışık 121 olgunun pulmoner BT anjiografi bulguları retrospektif olarak incelendi. PE varlığı ve dağılımı, trunkus pulmonalis çapı, plevral efüzyon varlığı ve yeri ile parankim penceresinde; atelektazi, buzlu cam görünüm, konsolidasyon, lineer opasite, üçgen şeklinde periferal opasite, vasküler işaret, oligemi, nodül ve kitle varlığı araştırıldı.
BULGULAR: PE şüphesi olan 121 olgunun 39’unda PE saptandı (%32.23). 121 olgunun 82’sinde PE saptanmadı (%67.77). PE tanısı alan olguların %15.4’ ünde PE sadece sağ akciğerde, %10.3’ünde sadece sol akciğerde, %74.4’ünde ise her iki akciğerde saptandı. PE saptanan olguların %89.7’sinde yöntemler kısmında tanımlanan parankimal ve plevral bulgulardan en az biri saptandı. PE saptanmayan olguların %86.6’sında yöntemler kısmında tanımlanan parankimal ve plevral bulgulardan en az biri saptandı. PE tanısı alan olguların %26.6’sında, PE saptanmayan olguların %35.4’ünde plevral efüzyon saptandı. Üçgen şeklinde opasite (p=0.000) ve vasküler işaret (p=0.032), PE saptanan olgularda, istatistiksel olarak oldukça anlamlı derecede daha sık saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PE ön tanısı ile pulmoner BT anjiografi tetkiki uygulanan ve PE saptanan ya da saptanmayan olguların çoğunda parankimal ve plevral bulgulara rastladık. Bununla birlikte, üçgen şeklinde opasite ve vasküler işaret ile PE varlığı arasında istatistiksel olarak oldukça anlamlı bir bağlantı olduğunu saptadık.
INTRODUCTION: This study is an examination of the frequency of parenchymal and pleural findings in cases with and without pulmonary embolism (PE) observed on a computed tomography (CT) examination and the relationship between parenchymal/pleural CT findings and PE.
METHODS: The pulmonary CT angiography findings of 121 consecutive patients referred with a suspected PE diagnosis were retrospectively reviewed. The presence and distribution of PE, the diameter of the truncus pulmonalis, and the presence and location of any pleural effusion was examined. In addition, the possible presence of atelectasis, ground glass opacity, consolidation, linear opacity, triangular peripheral opacity, vascular sign, oligemia, nodules, or a mass was investigated in the parenchyma window.
RESULTS: PE was confirmed in 39 of 121 suspected cases (32.23%). No PE was detected in 82 of 121 patients (67.77%). In 15.4% of the PE-diagnosed cases, an embolism was detected in the right lung only, while in 10.3% it was observed in the left lung only, and in 74.4% it was observed in both lungs. At least 1 of the parenchymal and pleural findings identified in the methods section was detected in 89% of the PE cases. At least 1 of the parenchymal and pleural findings was also detected in 86.6% of the cases without PE. Pleural effusion was observed in 26.6% of patients with PE and 35.4% of patients without PE. There was a statistically significant association between triangular peripheral opacity and vascular sign.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Parenchymal and pleural findings were seen in the majority of pulmonary CT angiography cases with a preliminary diagnosis of PE, whether or not PE was detected. A statistically significant correlation was found between triangular opacity and vascular sign and the presence of PE.

2.
Mayalanmış Ev Yoğurdunun Helikobakter Pilori Eradikasyonuna Etkisi
The Effect of Fermented Homemade-Style Yogurt in Helicobacter Pylori Eradication
Şengül Aydın Yoldemir, Gulden Yuruyen
doi: 10.14744/bmj.2019.74046  Sayfalar 43 - 48
GİRİŞ ve AMAÇ: Helikobakter pilori (Hp) kronik gastrit, peptik ülser ve gastrik malignitenin patogenezinde yer alan tüm dünyada yaygın olarak görülen bir enfeksiyondur. Kullanılan tedavilerin etkinliği ve Hp 'nin antibiyotik direnci nedeni ile yeni arayışlar gündeme gelmiştir. Tedaviye probiyotik içeren yoğurt ilavesinin Hp eradikasyon oranlarını anlamlı derecede arttırdığını gösteren çalışmalar vardır. Bu çalışmada birinci basamak standart 3’lü tedaviye evde mayalanmış taze yoğurt eklenmesinin Hp eradikasyon hızına ve hasta uyumu üzerine etkisi araştırdık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya dispepsi sebebiyle üst gastrointestinal endoskopisi yapılan 147 hasta alındı. Endoskopik incelemede histolojik yöntemle Hp enfeksiyonu teşhis edilen hastalara eradikasyon tedavisi verildi. Hastaların evde mayalanmış yoğurt tüketimi sorgulandı. Reçete edilen ilaçların %80’inden fazlasını alan hastalar tedaviye uyumlu kabul edildi. Tedavi bitiminden 4 hafta sonra, Hp eradikasyonu gaitada Hp antijen testi ile değerlendirildi.
BULGULAR: TT analizde yoğurt+ 3’lü tedavi alan 87 hastanın 50’sinde(%57.4), sadece 3’lü tedavi alan 60 hastanın 21’inde(%39) eradikasyon sağlandı. PP analizde yoğurt+ 3’lü tedavi alan 65 hastanın 50’inde (%76.9), sadece 3’lü tedavi alan 40 hastanın 21’inde (%52.5) Hp eradikasyonu sağlandı. Yoğurt+3’lü tedavi alanlarda daha iyi eradikasyon oranları elde edildi (p=0.009; p=0.028).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Standart 3’lü tedaviye eklenen geleneksel ev yoğurdu ile Hp eradikasyon hızı artırmıştır. Bununla birlikte, yaş cinsiyet, eğitim düzeyi gibi faktörler eradikasyonu etkilememiştir.
INTRODUCTION: Helicobacter pylori (Hp) infection is common worldwide and may be involved in the pathogenesis of gastritis, peptic ulcer, and gastric malignancy. Treatment has been effective; however, due to the increasing antibiotic resistance of Hp, there is renewed interest in research. Studies have indicated that the addition of probiotic yogurt to treatment may increase the rate of Hp eradication. This study was an investigation of the effect of the addition yogurt to the standard, first-line treatment on Hp eradication and patient compliance.
METHODS: A total of 147 patients were included in the study. Patients who were diagnosed with Hp infection in an endoscopic examination using the histological method were given eradication treatment. The consumption of yogurt in the home was questioned. Patients who used at least 80% of the prescribed drugs were considered to have complied with the treatment. A stool antigen test was performed 4 weeks after the end of treatment to assess Hp eradication.
RESULTS: Intention-to-treat analysis revealed that eradication was achieved in 50 (57.4%) of the 80 patients who received only first-line treatment and 21 (39%) of the 60 patients receiving yogurt + first-line treatment. Per-protocol analysis indicated that Hp eradication was achieved in 50 patients (76.9%) of the 65 patients who received yogurt + first-line treatment. Yogurt + first-line treatment had a better eradication rate (p=0.009; p=0.028).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The Hp eradication rate increased with the addition of yogurt added to the standard treatment. Factors such as age, gender, and education level did not affect eradication.

3.
Göz İçi Basıncı Yüksekliği Tespit Edilen Hastalarda Yaklaşım Nasıl Olmalıdır?
How to Approach the Patients with High Intraocular Pressure?
Tayfun Şahin, Yelda Buyru Özkurt
doi: 10.14744/bmj.2019.94830  Sayfalar 49 - 53
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada göz içi basıncı yüksekliği tespit edilen hastalarda glokom tanısının konulabilmesi için sadece göz içi basıncını ölçmenin yeterli olmadığını belirtmek ve hastalara medikal tedavi başlanması için göz içi basıncı yüksekliği yanında objektif bazı testlerle (pakimetri, görme alanı testi, optik koherans tomografi, Heidelberg retina tomografisi gibi) tanının desteklenmesi gerekliliğinin vurgulanması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 725 hastanın 1450 gözü dahil edildi. Hastaların yaşları 35-83 aralığında idi. Muayenede ön ve arka segment biyomikroskobik muayene bulguları, göz içi basınçları ve cup/disk oranları kaydedildi. Göz içi basıncı ölçümleri Huvitz (HN-7000) marka pnömotik tonometre ile ölçüldü. Göz içi basıncı 21 mmHg üzerinde seyreden hastalar glokom şüphesi nedeniyle takibe alındı. Psödoeksfoliasyonu olan ve göz içi basıncı 21 mmHg üstü olan hastalara medikal tedavi başlandı. Diğer yüksek göz içi basıncı olan hastalar pakimetri, görme alanı, optik koherans tomografi, Heidelberg retina tomografisi tetkiklerinin yapılması açısından glokom birimince takibe alındı.
BULGULAR: 725 hastanın 16’sında (%2.2) birer hafta ara ile alınan her iki ölçümde de göz içi basınçlarının 21 mmHg üzerinde çıkması sebebiyle bu hastalar glokom açısından ayrıntılı inceleme için glokom birimine yönlendirildi.
On üç hastada ise ilk ölçülen göz içi basıncı 21 mmHg’nin üzerinde olmasına rağmen sonraki ölçülen göz içi basınçlarının normal seviyelerde seyretmesi nedeniyle bu hastalar sadece periyodik poliklinik takibine alındı. Psödoeksfoliasyonu olan 3 hastanın göz içi basıncı değeri 21 mmHg üzerinde tespit edildi ve bu hastalara antiglokomatöz tedavi başlandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Göz içi basıncının ölçülmesi göz muayenesinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Fakat göz içi basıncı yüksek çıkan hastaları glokom hastası olarak kabul etmek ve hemen medikal tedavi başlamak doğru bir yaklaşım değildir. Objektif testlerden (optik disk görüntüleme, retina sinir lifi analizi, görme alanı vb.) yararlanılarak tanının kesinleştirilmesi gereklidir. Hastalara bu şekilde glokom tanısı konulursa; gereksiz medikal tedaviden kaçınılmış olur.
INTRODUCTION: The aim of this study is to indicate that it is not enough to only measure the intraocular pressure in order to be able to diagnose glaucoma in patients with high intraocular pressure. In order to initiate medical treatment for the patients, it is necessary to support the recognition by some objective tests (visual field test, optical coherence tomography, Heidelberg retina tomography) besides the intraocular pressure elevation.
METHODS: A total of 725 patients and 1450 eyes were included in the study. The patients were between 35 and 83 years of age. Biomicroscopic anterior and posterior examination findings, intraocular pressure, and cup/disc ratio data were recorded. Intraocular pressure measurements were performed with a pneumatic tonometer (HN-7000; Huvitz, Anyang-si, Republic of Korea). Patients with an intraocular pressure >21 mmHg were followed up for. Medical treatment was initiated for patients who had pseudoexfoliation with an intraocular pressure >21 mmHg. Other patients with a high intraocular pressure were further evaluated by the glaucoma unit with pachymetry, visual field testing, optical coherence tomography, and Heidelberg retinal tomography tests.
RESULTS: The intraocular pressure was >21 mmHg in 2 measurements taken at a 1 week interval in 16 of the 725 patients (2.2%). These patients were referred to the glaucoma unit for a detailed glaucoma examination. In 13 patients, while the first intraocular pressure measurement was >21 mmHg, the second measurement was normal and these patients were followed up periodically. Antiglaucomatous treatment was initiated for 3 patients who had pseudoexfoliation and an intraocular pressure >21 mmHg.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Measurement of intraocular pressure is an indispensable part of the eye examination. However, high intraocular pressure is not sufficient medical treatment for glaucoma. The diagnosis should be confirmed using other objective tests, such as optical disc imaging, retinal nerve fiber analysis, and a visual field test to avoid unnecessary medical treatment.

4.
İnfantil Kolikte Risk Faktörleri ve Ailelerin Kullandıkları Tedaviler
Risk Factors in Infantile Colic and Treatments Used by Families
Mehmet Karacı
doi: 10.14744/bmj.2019.52523  Sayfalar 54 - 59
GİRİŞ ve AMAÇ: İnfantil kolik (İK); sağlıklı büyüyen bir bebekte günün belirli saatlerinde meydana gelen, 4. aya kadar devam eden ağlama krizleridir. İK sıklığı %8-40 arasında olup kesin nedeni bilinmemektedir. Bu çalışmada bölgemizdeki çocuklardaki risk faktörleri ve tedavi çeşitlerini ortaya konması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma hastanemizde doğan ve düzenli takip edilen yaşları 3 hafta-6 ay arası olan sağlıklı 400 bebek üzerinde yapıldı. Wessel’in tanı kriterlerine göre İK tanısı alanlar ve almayanlar gruplandırıldı. Çalışma ve kontrol grubuna katılan bebeklerin ailelerine çalışma başlangıcında bazı sosyodemografik özelliklerinin sorgulandığı bir anket formu dolduruldu ve ayrıntılı anamnez ve fizik muayeneleri aynı hekimce yapıldı.

BULGULAR: Çalışmada 400 bebek değerlendirildi. İK grubunda 88 (%22) kontrol grubunda 312 (%78) çocuk vardı. Hastalarımızda sezeryan ile doğum, annenin sigara içmesi, annenin çalışması risk faktörü olarak saptandı. Kolik grubunda daha erken tamamlayıcı beslenmeye geçildiği gözlendi. Hekim tarafından en sık önerilen tedaviler sırasıyla; çinko naturel, probiyotikli damlalar ve simetikon damla olmuştur. Davranışsal yatıştırma yöntemleri ise sırasıyla; kucağa alma, emzirme, sallama olarak saptandı. Kolik tedavisi alan ve almayan gruplar arasında düzelme süreleri açısından anlamlı bir farklılık izlenmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnfantil koliğin yönetiminde ailelerin İK hakkında daha fazla bilgilendirilmesi ve sigara gibi engellenebilir risk faktörlerinin uzaklaştırılması önerilebilir.
INTRODUCTION: Infantile colic is defined as repeated episodes of excessive crying a healthy baby during the first months of life. The incidence is between 8% and 40%. The exact cause is unknown, but it typically resolves by the age of 6 months. The aim of this study to examine risk factors and types of treatment applied in this region.
METHODS: This study was conducted with 400 healthy babies who were born in a single hospital and followed up regularly. The infants were grouped according to Wessel's diagnostic criteria defining infantile colic. The parents completed a questionnaire that requested some sociodemographic data at the beginning of the study, and a detailed anamnesis and physical examination was performed by a single physician.
RESULTS: In all, 400 infants were evaluated. There were 88 (22%) in the colic group and 312 (78%) in the control group. Caesarean section birth, maternal smoking, and a mother with a job outside the home were found to be risk factors. It was observed that the colic group had early supplemental feeding. The most common treatments recommended by physicians were natural zinc, probiotic drops, and simethicone drops. The most common behavioral sedation methods were breastfeeding, holding the child, and shaking. No significant difference was observed in recovery time based on treatment.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It may be advisable to inform parents about infantile colic preventable risk factors, such as smoking.

OLGU SUNUMU
5.
Oto-İmmün Ensefalit Antikor Pozitifliği İle Seyreden Sporadik Creutzfeldt-Jakob Olgusu
Sporadic Creutzfeldt-Jakob Disease with Autoimmune Encephalitis Antibody Positivity
Boran Can Saracoglu, Eren Gozke, Esma Kobak Tur
doi: 10.14744/bmj.2019.70783  Sayfalar 60 - 63
Hızla ilerleyen kognitif bozukluk, oto-immün/paraneoplastik ensefalit (PNE) ve sporadik Creutzfeldt-Jakob hastalığı (sCJD) dahil olmak üzere geniş bir inflamatuar ve dejeneratif hastalık spektrumuna bağlı olabilir. Bu yazıda olası sCJD tanısı alan, anti-Ma2/Ta antikor pozitifliği ile hızlı ilerleyen demans, miyoklonus ve serebellar bulguları olan bir hasta sunmaktayız. 63 yaşında kadın hasta, hızlı ilerleyen bilişsel bozukluk, istemsiz hareketler, yürüme ve konuşma bozukluğu nedeniyle kliniğimize başvurdu. Belirtiler haftalar içinde hızlı ilerleme gösterdi. Hastanın EEG’sinde her iki yarım küre üzerinde frontotemporal bölgelerde belirgin keskin dalga deşarjı bulunan düzensiz, orta ve yüksek genlikli yavaş dalga aktivitesi saptandı. Kraniyal MRG yapıldı ve DWI frontal kortikal şeritlenme ile bilateral nükleus kaudatus ve globus pallidusta hiperintensite görüldü. BOS 14-3-3 protein sonuçları negatif çıktı ve Anti Ma2/Ta antikoru pozitif olarak bulundu. İntravenöz immünoglobulin tedavisine rağmen hasta kötüleşti ve öldü. sCJD, etiyolojisi belirlenemeyen nadir görülen bir nörodejeneratif hastalıktır. Bilinen etkili bir tedavisi olmayan ölümcül bir hastalıktır. Klinik bulgular serebellar disfonksiyon, epileptik bozukluklar, görsel bulgular ve piramidal/ekstrapiramidal bulgulardır. Bu semptomlar non-spesifiktir ve klinisyenler için tanı zor olabilir. Paraneoplastik ensefalit benzer belirtiler ile prezente olur ve tanı sürecinde göz önünde bulundurulması gerekir. Otoimmün/paraneoplastik ensefalit ve sCJD birbirlerini taklit edebilir ve klinik şüphe halinde, hızlı bilişsel gerilemenin tedavi edilebilir etiyolojileri göz ardı edilmemeli ve kötü sonuçları önlemek için tedavi edilmelidir.
A wide spectrum of inflammatory and degenerative diseases including autoimmune encephalitis or paraneoplastic encephalitis (PNE) and sporadic Creutzfeldt-Jakob disease (sCJD) can be related to rapidly progressive cognitive decline. This report describes a patient with rapidly progressive dementia, myoclonus, and cerebellar findings with anti-Ma2/Ta antibody positivity who was diagnosed as probable sCJD. A 63-year-old female patient presented with progressive cognitive impairment, involuntary movements, and impaired walking and speech. Her symptoms worsened within weeks. An electrocardiogram revealed irregular, moderate, and high amplitude slow wave activity in both hemispheres with marked sharp wave discharges in the frontotemporal regions. Cranial diffusion-weighted magnetic resonance imaging was performed and revealed bilateral hyperintensity on the nucleus caudatus and globus pallidus with frontal cortical ribboning. Testing yielded a negative result for the 14-3-3 protein in cerebrospinal fluid and a positive result for the anti-Ma2/Ta antibody. Intravenous immunoglobulin therapy was provided; however, the patient deteriorated and died. sCJD is a rare neurodegenerative disease with an unknown etiology. It is a fatal disease with no known effective treatment. Clinical signs are cerebellar dysfunction, epileptic disturbances, visual signs, and pyramidal/extrapyramidal findings. These symptoms may be non-specific and diagnosis can be challenging for clinicians. Autoimmune encephalitis, PNE, and sCJD may mimic each other and must be considered during the diagnostic process. When clinical suspicion arises, treatable etiologies of rapid cognitive decline should not be ignored and must be addressed to avoid a poor outcome.

6.
İnfliksimab İnfüzyonu Sonrasında Akut Faz Reaksiyonu
Acute Phase Reaction After Infliximab Infusion
Ozan Ünlü, Feyza Ünlü Özkan, Ilknur Aktas
doi: 10.14744/bmj.2019.37167  Sayfalar 64 - 66
Psöriyatik Artrit (PsA), psöriyazis (Ps) ile ilişkili olarak gelişen ve romatoid faktörün (RF) genellikle negatif olduğu inflamatuvar bir artrittir. Erkek ve kadınlarda görülme oranı benzer olmakla birlikte omurga tutulumu sıklıkla erkeklerde daha belirgindir. İnflamatuar romatizmal hastalıkların tedavisinde son yıllarda sıklıkla kullanılan tümör nekroz faktör (TNF) inhibitörü ilaçlar sayesinde birçok ilaca dirençli, persistan ve şiddetli Ps ve PsA etkin bir şeklide tedavi edilmektedir. Yüksek hastalık aktivitesi nedeniyle anti-TNF tedavi başladığımız PsA’lı bir olguda infliksimab infüzyonu sonrasında paradoksik olarak gelişen akut faz reaksiyonunu ve hastalık alevlenmesini literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Psoriatic arthritis is an inflammatory condition associated with psoriasis and a negative test for rheumatoid factors. The male/female incidence ratio is 1/1.04; however, vertebral involvement is more prominent in male patients. Severe, persistent cases resistant to multiple drugs can be managed with anti-tumor necrosis factor (TNF) inhibitors, which have been successfully used in the treatment of inflammatory rheumatic diseases. Presently described is the case of a patient with psoriatic arthritis who developed a paradoxical inflammatory reaction after an infusion of infliximab together with exacerbation of the disease and was successfully treated with anti-TNF inhibitors.

DERLEME
7.
Çatışmalı Ailelerde Yaşayan Çocuklara Yönelik "Ailelere Alternatif Bilişsel Davranışçı Terapi" Modeli
Alternatives for Families: Cognitive Behavioral Therapy for Children of High-Conflict Relationships
Filiz Mega
doi: 10.14744/bmj.2019.80774  Sayfalar 67 - 73
Çatışmalı ailelerde yaşayan çocuklar belirgin ruhsal, davranışsal sorunlar ve uyum işlevsizlikleri yaşarlar. Bu ailelerde sözel ve fiziksel şiddet de sıklıkla görülür. Ebeveyn davranışları tipik olarak cezalandırma, aşırı ebeveynlik rolü uygulamaya çalışma, sık öfkelenme ve çocuğa olumsuz yüklemelerde bulunma şeklinde karşımıza çıkarken, çocuklarda ise sıklıkla saldırganlık, kişiler arası beceri oluşturmada işlevsizlik, başa çıkma becerilerinde zayıflık, duygusal tepkisellik ve hatta örselenmişlik olarak ortaya çıkar. Ailelere Alternatif Bilişsel Davranışçı Terapi, içsel ve kişiler arası beceri geliştirme eğitimi ile kendilik kontrolü ve aile içi işlevselliği düzenler. Üçüncü kuşak bilişçi davranışçı terapilerin, çatışmalı ailelere yönelik bir yaklaşımı olan Ailelere Alternatif Bilişsel Davranışçı terapi kanıta dayalı, kanıt farkındalığında yaklaşımı ile değerlendirilmeyi hak eden bir modeldir.
A family environment of high conflict, coercion, and/or physical abuse presents numerous risks for children, with the potential for significant psychiatric, behavioral, and adjustment difficulties, including aggression, poor interpersonal skills/functioning, and emotional reactivity. Caregivers in such families often employ punitive or excessive parenting practices, demonstrate frequent anger and hyperarousal, and make negative attributions to the child, which creates stressful home. Alternatives for Families Cognitive Behavioral Therapy emphasizes training in intra- and interpersonal skills designed to enhance self-control and promote family functioning. Alternatives for Families Cognitive Behavioral Therapy is a third-generation, evidence-based and evidence-informed cognitive behavioral therapy approach.

LookUs & Online Makale