ISSN 2149-0287
Boğaziçi Tıp Dergisi - Bosphorus Med J: 9 (2)
Cilt: 9  Sayı: 2 - 2022
KISA RAPOR
1. 
Frontmatters

Sayfalar I - IX

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2. 
Peptik Ülser Perforasyonu Tedavisinde Laparoskopik ve Konvansiyonel Onarımın Karşılaştırılması
Comparison of Laparoscopic and Conventional Repair in the Treatment of Peptic Ulcer Perforation
Anıl Ergin, Yasin Güneş, İksan Taşdelen, Mehmet Mahir Fersahoğlu, Nuriye Esen Bulut, Ahmet Çakmak, Emre Teke, Erdem Durum, Anıl Bayram, M.timuçin Aydın, Birol Ağca
doi: 10.14744/bmj.2021.20981  Sayfalar 73 - 80
GİRİŞ ve AMAÇ: Peptik ülser hastalığı; mide asit-pepsin salgısıyla mukoza bariyeri arasındaki dengenin bozulmasından kaynaklanmaktadır. Dünya üzerinde her yıl yaklaşık 4 milyon insan peptik ülser hastalığından etkilenmektedir. Peptik ülser hastalığı insidansı %1,5-3 arasında değişmektedir ve bu hastaların yaklaşık %10-20’sinde komplikasyonlar görülmektedir. Bu çalışmada, laparoskopik onarım ve konvansiyonel onarım yöntemlerinin peptik ülser perforasyonu tedavisindeki etkinliği karşılaştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2011-Aralık 2019 tarihleri arasında peptik ülser perforasyonu nedeniyle opere edilen 169 hasta çalışmaya dahil edildi. Peptik ülser perforasyonu onarımı için perforasyon alanına primer onarım ile birlikte omental yama uygulaması veya yalnızca omental yama uygulaması teknikleri uygulandı. Çalışmada hastalar; yaş, cinsiyet, “American Society of Anesthesiologists” skorları, operasyon süreleri, peroperatif ve postoperatif komplikasyonlar, yatış süreleri, perforasyon lokalizasyonları ve readmisyon nedenleri açısından değerlendirildi ve bilgiler retrospektif olarak taranarak önceden hazırlanmış veri tabanına kaydedildi.
BULGULAR: Ocak 2011-Aralık 2019 tarihleri arasında peptik ülser perforasyonu nedeniyle opere edilen 169 hasta çalış-maya dahil edildi. Peptik ülser perforasyonu onarımı için perforasyon alanına primer onarım ile birlikte omental yama uygulaması veya yalnızca omental yama uygulaması teknikleri uygulandı. Çalışmada hastalar; yaş, cinsiyet, “American Society of Anesthesiologists” skorları, operasyon süreleri, peroperatif ve postoperatif komplikasyonlar, yatış süreleri, perforasyon lokalizasyonları ve readmisyon nedenleri açısından değerlendirildi ve bilgiler retrospektif olarak taranarak önceden hazırlanmış veri tabanına kaydedildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, peptik ülser perforasyonunda laparoskopik onarım ile konvansiyonel onarım arasında etkinlik ve güvenlik açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmasa da laparoskopik onarımın birçok yönden konvansiyonel onarıma göre avantajlı olduğu saptandı. Seçilecek cerrahi yönteme, cerrahın deneyimi doğrultusunda karar verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

3. 
Perkütan Nefrolitotomide Dilatasyon Tekniklerinin Karşılaştırılması; Tek Basamaklı ve Sıralı Dilatasyon
The Effects of Dilation Technique in Percutaneous Nephrolithotomy: One-Shot Versus Sequential Dilation
Mehmet Sevim, Okan Alkış, İbrahim Kartal, Fatih Uruç, Bekir Aras
doi: 10.14744/bmj.2021.58561  Sayfalar 81 - 86
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, perkütan nefrolitotomi uygulanan hastalarda akses için kullanılan tek basamaklı dilatasyon ve sıralı dilatasyon tekniklerinin sonuçlarının karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada, Temmuz 2017 ile Aralık 2020 tarihleri arasında perkütan nefrolitotomi uygulanan 159 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Dilatasyon yöntemleri; demografik özellikler, ameliyat süresi, floroskopi süresi, hemoglobin düşüşü, kreatinin artışı, komplikasyon oranı, hastanede kalış süresi ve ameliyat başarı oranı açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Yetmiş dokuz hastaya tek basamaklı dilatasyon, 80 hastaya sıralı dilatasyon uygulandı. Ortalama ope-rasyon süresi tek basamaklı dilatasyon grubunda istatistiksel olarak anlamlı düşük saptandı (sırasıyla 51,14±22,33 ve 60,19±18,91 dakika) (p<0,01). Floroskopi süresinin ise tek basamaklı dilatasyon grubunda sıralı dilatasyon grubuna göre daha düşük olduğu görülse de istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (sırasıyla 119,70±51,03 ve 136,54±44,24 saniye) (p>0,01). Başarı ve komplikasyon oranı açısından tek basamaklı dilatasyon ve sıralı dilatasyon grupları arasında fark bulunmadı (%91-%85,0 ve %11,3-%15) (p>0,01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tek basamaklı dilatasyon tekniği, perkütan nefrolitotomi operasyonu düşünülen hastalarda güvenle kullanılabilen; komplikasyon oranlarını artırmadan doğrudan giriş, operasyon ve floroskopi sürelerinin azalmasına katkı sağlayan başarılı bir giriş yöntemidir.

4. 
İnflamatuvar Bağırsak Hastalığında Kemik Mineral Yoğunluğuna Etki Eden Faktörler
Factors Affecting Bone Mineral Density in Inflammatory Bowel Disease
Mehmet Köroğlu, Macit Ümran Sandıkçı
doi: 10.14744/bmj.2021.09709  Sayfalar 87 - 92
GİRİŞ ve AMAÇ: İnflamatuvar bağırsak hastalığı, otoimmünitenin mukozal bariyeri kapsadığı, kronik bir inflamasyona yol açtığı ve gastrointestinal sistemin farklı bölgelerini ve katmanlarını etkilediği düşünülen kronik bir hastalık-tır. Başlıca inflamatuvar bağırsak hastalığı tipleri, genellikle diğerlerinden ayırt edilemeyen ülseratif kolit, Crohn hastalığı ve belirsiz koliti içerir. Düşük kemik mineral yoğunluğunun prevalansı, sağlıklı bireylere göre inflamatuvar bağırsak hastalığı olan hastalarda daha yüksektir. Bu çalışmada, ülseratif kolit, Crohn hastalığı olan hastalarda ve sağlıklı bireylerde kemik mineral yoğunluğunun değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu prospektif çalışmaya toplam 71 inflamatuvar bağırsak hastalığı olan hasta (21 Crohn hastalığı, 50 ülseratif kolit) ve 30 yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı birey dahil edildi. Lomber omurga ve femur boynunun kemik mineral yoğunluğunu ölçmek için dual enerjili X-ışını absorpsiyometrisi yapıldı.
BULGULAR: Çalışma ve kontrol grupları arasında yaş, cinsiyet ve beden kitle indeksi açısından anlamlı fark yoktu (p<0,05). Kemik mineral yoğunluğu değerleri 21 Crohn hastasının 16'sında (%76,2) anlamlı olarak daha düşüktü. Ülseratif kolitli toplam 27 hastanın (%54) patolojik T-skorları vardı, bu da sınırda anlamlılığa işaret ediyordu (p=0,058). > 5 g/gün kortikosteroidle tedavi edilen inflamatuvar bağırsak hastalığı olan hastalar ile ≤ 5 g/gün veya daha önce tedavi görmemiş hastalarla tedavi edilen inflamatuvar bağırsak hastalığı olan hastalar arasında beden kitle indeksindeki azalma anlamlı değildi (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın sonuçları inflamatuvar bağırsak hastalığı olan hastalarda, özellikle Crohn hastalarında kemik mineral yoğunluğunun anlamlı olarak daha düşük olduğunu göstermektedir.

5. 
Şizoafektif Bozuklukta Serum Ürik Asit Seviyeleri
Serum Uric Acid Levels in Schizoaffective Disorder
Aslı Kazgan Kılıçaslan, Sevler Yıldız, Osman Kurt, Sevda Korkmaz
doi: 10.14744/bmj.2021.19981  Sayfalar 93 - 101
GİRİŞ ve AMAÇ: Kandaki ürik asit seviyesi bazı hastalıklarda vücudun oksidatif stres durumunu gösterebilmektedir. Bu çalışmada, oksidan-antioksidan yolaklardaki rolüyle ilgi çeken ürik asitin şizoafektif bozukluktaki serum seviyelerinin araştırılması ve sağlıklı kontrollerle kıyaslanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya şizoafektif bozukluk tanısı almış remisyonda olan 67 hasta ve 51 sağlıklı kontrol dahil edildi. Tüm katılımcılara sosyodemografik veri formu ve pozitif ve negatif sendrom ölçeği, Young mani derecelendirme ölçeği ve Beck depresyon ölçeği uygulandı. Ardından tüm katılımcılardan rutin kan biyokimya parametrelerinin yanında serum ürik asit düzeylerinin çalışılması amacıyla venöz kan örneği alındı.
BULGULAR: Hastaların serum ürik asit seviyeleri, pozitif ve negatif sendrom ölçeği alt boyutlar ve toplam puanları, Young mani derecelendirme ölçeği ve Beck depresyon ölçeği puanları kontrol grubundan anlamlı şekilde yüksek bulundu. Serum ürik asit seviyeleri ile pozitif ve negatif sendrom ölçeği, Young mani derecelendirme ölçeği ve Beck depresyon ölçeği arasında pozitif yönde anlamlı bir korelasyon görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Şizoafektif bozukluk hastalarının serum ürik asit seviyeleri sağlıklı kontrollerden daha yüksek saptandı. Bu yükseklik duygudurum epizodu veya psikotik dönemlerden bağımsız bir bulgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Şizoafektif bozukluk hastalarının remisyon dönemlerinde sağlıklı kontrollerden daha yüksek serum ürik asite sahip olmaları bize bu durumun hastalığın kendisine özgü olabileceğini düşündürmektedir. Sonuçlarımız şizoafektif bozukluk patofizyolojisine ait bizlere ipucu verebilir.

6. 
Günübirlik Cerrahi Uygulanan Pediatrik Hastalarda Uyanma ve Derlenmenin Yaş Gruplarına Göre Karşılaştırılması
Comparison of Emergence and Recovery in Different Age Pediatric Patients Undergoing Ambulatory Surgical Procedures
Mesure Gül Nihan Özden
doi: 10.14744/bmj.2022.03360  Sayfalar 102 - 107
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmada, günübirlik çocuk cerrahisi olgularında çocukların yaşının uyanma ve derlenme üzerine etkilerinin araştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif olarak günübirlik çocuk cerrahisi yapılan hastaların dosyaları taranarak, indüksiyon ve idame ajanı olarak sevofluran kullanılan ve hava yolu idamesinde larengeal maske yerleştirilen “American Society of Anesthesiologist I (ASA I)” hastaların dosyaları incelendi. Anestezi sırasında nöromusküler bloker kullanılan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Hastalar yaşlarına göre 36 ay ve altı, 36 ay üstü olarak iki gruba ayrıldı. Hastaların hemodinamik verileri, cerrahi bitiminde larengeal maske çıkarılma zamanları ve ekstübasyon zamanları ile derlenme ünitesinde Aono’s Four Point Scale ile hastaların ajitasyonu ve Steward Recovery Score ile derlenme kalitesi incelendi.
BULGULAR: Larengeal maske çıkarılma zamanları ve göz açma zamanları açısından yaşa göre fark bulunmadı. Derlenmede Aono’s Four Point Scale ve Steward Recovery Scale yaşı 36 ay ve altı olan çocuklarda daha yüksek bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada incelenen tüm yaş gruplarında uyanma değerlendirildiğinde larengeal maske çıkarılma zamanları ve ekstübasyon zamanları benzerken, küçük yaş hastalarda derlenme daha hızlı oldu ve uyanma ajitasyonu daha fazla görüldü.

7. 
D Vitamini Düzeyi Düşük Olan Kadınlarda Nöropatik Ağrının İncelenmesi
Investigation of Neuropathic Pain in Women with Low Vitamin D Levels
Derya Çırakoğlu, Ali Aslan
doi: 10.14744/bmj.2022.93899  Sayfalar 108 - 112
GİRİŞ ve AMAÇ: D vitamininin bilinen metabolik etkilerinin yanında ağrı modülasyonundaki rolü tartışma konusudur. Çalışmada, D vitamini düzeyi düşük olan kadın hastalarda nöropatik ağrının demografik veriler ve kanın bazı biyokimyasal değerleri ile olası ilişkisinin araştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Polikliniğine Ocak 2017-Ocak 2018 tarihleri arasında müracaat eden hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Dahil etme kriterlerini karşılayan D vitamini düzeyi düşük olan 79 kadın hasta çalışmaya alındı. Nöropatik ağrı varlığını değerlendirmek amacıyla painDETECT ağrı anketi kullanıldı. Bu ankete göre hastalar nöropatik ağrı yok, şüpheli ve nöropatik ağrı var olmak üzere üç gruba ayrılarak incelendi.
BULGULAR: D vitamini düzeyi düşük olan kadın hastaların 15’inde (%19) painDETECT anketi ile nöropatik ağrı komponenti saptandı. Nöropatik ağrı grupları arasında yaş, öğrenim düzeyleri, doğum sayısı ve beden kitle indeksi açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Aynı şekilde nöropatik ağrı grupları arasında D vitamini, alkalen fosfataz, paratiroid hormon ve kalsiyumun plazma değerleri açısından da istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu retrospektif çalışmada, farklı derecelerde nöropatik ağrı ve düşük D vitamini düzeyleri olan hastalarda benzer biyokimyasal veriler gözlemlendi. D vitamini düzeyi düşük olan nöropatik ağrılı hastalarda D vitamini takviyesinin tedavide fark yaratıp yaratmayacağının prospektif olarak araştırılabileceğini düşünüyoruz.

8. 
Percutaneous Cholecystostomy as a Complementary or Alternative Method to Laparoscopic Cholecystectomy in Elderly and Comorbid Patients with Acute Calculous Cholecystitis
Akut Taşlı Kolesistitli Yaşlı ve Komorbid Hastalarda Laparoskopik Kolesistektomiye Tamamlayıcı veya Alternatif Bir Yöntem Olarak Perkütan Kolesistostomi
Gülşah Yıldırım, Hakkı Muammer Karakaş, Özge Fındık
doi: 10.14744/bmj.2022.31644  Sayfalar 113 - 120
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut taşlı kolesistit tedavisinde perkütan kolesistostominin teknik ve klinik etkinliği, işlem sonrası morbidite ve komplikasyonları etkileyen faktörler, hastalığın nüksü ve nihai kolesistektomi gibi uzun dönem sonuçları etkileyen prediktif faktörler komorbid hastalıkları olan yaşlı bir kohortta değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma grubu 50 yaş ve üstü 80 perkütan kolesistostomi hastasından oluşturuldu. Akut Kolesistit İçin Tokyo Kılavuzu 2018’e (TG18), Charlson Komorbidite İndeksi (CCI) ve Amerikan Anestezistler Derneği (ASA) Fiziksel Durum Sınıflandırma Sistemine göre derecelendirildi/sınıflandırıldı.
BULGULAR: Teknik başarı oranı %100 idi. Klinik etkinlik %65 ve kısmi klinik etkinlik %93,33 idi. Komorbid durumlara bağlı 30 günlük mortalite %11,25 ve ortalama ölüm süresi 14,78±5,91 gün idi. Ölen ve hayatta kalan hastalarda, ortalama ASA skorları (p=0,003) ve ortalama TG18 dereceleri (p=0,032) önemli ölçüde farklıydı. Majör komplikasyon sadece %2,5 hastada, minör komplikasyon ise %3,75 hastada görüldü. Perkütan kolesistostomiden taburcu olmaya kadar geçen medyan süre beş gündü. On iki aylık bir takip sırasında hastaların %18,75’i eksitus oldu. Kalan hastaların %86,15’i sadece geçici perkütan kolesistostomi ile tedavi edildi. Bir yıllık interval kolesistektomi oranı %13,85 idi. Kolesistektomiye kadar geçen medyan süre 72,50 gündü ve 7 ile 340 gün arasında değişiyordu. TG18/CCI ile kolesistektomi ihtiyacı arasında bir ilişki yoktu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Akut taşlı kolesistitli yaşlı ve komorbid hastalarda perkütan kolesistostomi erken dönemde önemli bir klinik iyileşme sağlamaktadır ve hayat kurtarıcıdır.

9. 
Akut İskemik İnmede Serum Magnezyum Düzeylerinin Etiyoloji, Lezyon Boyutu ve Lokalizasyonla İlişkisi
The Relationship of Serum Magnesium Levels with Etiology, Lesion Size, and Localization in Ischemic Stroke
Mustafa Ülker, Tuğçe Toptan, Rahşan Karacı, Mehmet Demir, Saime Füsun Domaç
doi: 10.14744/bmj.2022.04706  Sayfalar 121 - 126
GİRİŞ ve AMAÇ: Magnezyumun vasküler sistem üzerinde önemli etkileri olduğu ve magnezyum eksikliğinin vazokonstrüksiyonu tetiklediği ve vasküler endotel hasarını kolaylaştırdığı bilinmektedir. İskemik inmede magnezyum düzeyleri, etiyolojik alt tipler ve lezyon boyutu arasındaki ilişkiyi araştıran birçok çalışmada çelişkili sonuçlar bulunmuştur. Bu çalışmada, serum magnezyum düzeyleri ile inme etiyolojisi arasındaki ilişkinin, lezyon boyutunun ve lokalizasyonunun incelenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Akut iskemik inmenin ilk 24 saati içinde başvuran 18 yaş üstü 545 hasta ve 189 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edildi. Hastalar, TOAST sınıflandırmasına göre ve ayrıca ön ve arka sirkülasyon infarktları açısından gruplandırıldı. İnfarkt hacmi, büyük (≥5 cm3) ve küçük (<5 cm3) infarkt olarak manyetik rezonans görüntüleme taraması ile belirlendi. Serum magnezyum seviyeleri ile etiyoloji, lezyon boyutu ve lokalizasyon arasındaki ilişki incelendi.
BULGULAR: Serum magnezyum düzeyi hasta grubunda 1,90±0,23 mg/dL, kontrol grubunda 1,93±0,18 mg/dL idi ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,11). Ortalama magnezyum düzeyi aterotrombotik grupta 1,90±0,2 mg/dL; kardiyoembolik grupta 1,87±0,2 mg/dL; laküner grupta 1,88±0,18 mg/dL; belirlenemeyen grupta 1,92±0,2 mg/dL; diğer inme grubunda 1,91±0,2 mg/dL olarak bulundu. Etiyoloji (p=0,25) ve lokalizasyon (p=0,109) açısından magnezyum düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Ortalama magnezyum seviyesi büyük ve küçük infarkt gruplarında sırasıyla 1,87±0,24 mg/dL ve 1,91±0,2 mg/dL idi. Ortalama magnezyum seviyeleri ile infarkt boyutu arasında ters bir ilişki bulundu (p=0,044, r=-0,087).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın sonuçları, magnezyumun infarkt patofizyolojisinde rol oynayabileceğini ve nispeten yüksek magnezyum seviyelerinin lezyon boyutunu sınırlayabileceğini düşündürmektedir.

10. 
Granülomatöz Mastit Olgularında Memede Volüm Değişikliği ve Deformasyon Bulgularının Manyetik Rezonans Görüntüleme ile Değerlendirilmesi
MR Imaging Evaluation of the Volume Changes and the Signs of Deformation in the Breasts with Granulomatous Mastitis
Fatma Nur Soylu Boy
doi: 10.14744/bmj.2022.09327  Sayfalar 127 - 131
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, granülomatöz mastit olan olgularda meme dokusundaki hacim değişikliklerinin ve deformasyonun manyetik rezonans bulgularını değerlendirmek ve diğer taraf normal meme ile karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma, histopatolojik olarak kanıtlanmış 15 granülomatöz mastit hastasını içermektedir. Üç planda meme boyutları ve meme hacmi hesaplandı. Parankimal ödem, meme başında çekilme ve memede deformasyon bulguları not edildi.
BULGULAR: Ölçümler, sadece sagital boyut (hasta ve normal memeler için sırasıyla, 124,4±26 mm ve 116±22,9 mm) ve hacimde [hasta ve normal memeler için sırasıyla, 329,3 cc (IQR: 245-572 cc) ve 281,6 cc (IQR: 217,3-310,3 cc)] anlamlı artış olduğunu gösterdi. Koronal boyut hasta tarafta daha küçük olmakla birlikte, anlamlı farklılık göstermedi. Parankimal ödem 10 (%66,6) hastada, deformasyon 4 (%26,6) hastada, meme başında çekilme 5 (%33,3) hastada saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Granülomatöz mastit, etkilenen tarafta meme hacmini artırmakta olup bu artış sagital ve aksiyel çap artışlarıyla ilişkilidir. Bunun aksine hastalık, koronal çapta küçülmeye neden olmaktadır. Deformasyon ve meme başında çekilme hastalığın seyri sırasında belli oranlarda gelişebilmektedir.

11. 
Eldeki Falangeal Benign Yumuşak Doku Tümörlerinin Değerlendirilmesi ve Literatürün Sistemik İncelenmesi
Evaluation of Phalangeal Benign Soft-Tissue Tumors of the Hand and Systemic Review of the Literature
Numan Atılgan, Mehmet Rauf Koç, Numan Duman, Turgut Emre Erdem, Onur Bilge
doi: 10.14744/bmj.2022.44265  Sayfalar 132 - 138
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, eldeki falangeal benign yumuşak doku tümörlü hastaları ve cerrahi sonrası kısa dönem komplikasyonlarını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2019-Ekim 2021 tarihleri arasında falanks yumuşak doku tümörlü 59 hasta (31’i kadın, 28’i erkek; ortalama yaş 48,96±13,33 yıl, dağılım 20-75 yıl) demografik veriler, histopatolojik tanı, memnuniyet düzeyi, nüks ve komplikasyonlar açısından değerlendirildi.
BULGULAR: En sık görülen falanks yumuşak doku tümörü tenosinovyal dev hücreli tümörlerdi (n=15, %38,4). Diğer sık görülen histolojiler ise ganglion kistleri (%12,8), epidermal inklüzyon kisti (%10,25) ve fibrolipom (%7,6) idi. Yumuşak doku tümörleri en sık ikinci ve üçüncü falankslarda (her ikisi de %26,2) bulunurken, bunu dördüncü (%13,8), birinci (%12,3) ve beşinci (%9,2) falankslar takip etti. El falanksında tümörler %40 proksimal, %29,2 distal ve %30,8 falanksın farklı bölgelerindeydi. Ortalama VAS skoru eksizyonel cerrahi öncesi 5,9±3,1 idi; son kontrolde 3,47±1,3 idi (p<0,01). Yedi hastada ameliyat sonrası nüks görüldü (%11,8). Cerrahi alan enfeksiyonu diğer komplikasyondu ve 3 (%5) hastada tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Deneyimlerimiz, en sık gözlenen yumuşak doku falanks tümörlerinin tenosinovyal dev hücreli tümörler olduğunu gösterdi. Falanksın yumuşak doku tümörlerinin eksizyonel cerrahi tedavisi, iyi memnuniyet oranları ve düşük nüks ve komplikasyon oranları elde etmek için dikkat gerektiren bir cerrahidir.

OLGU SUNUMU
12. 
İki Nadir Etiyolojinin Birlikte Olduğu Bir İskemik İnme Olgusu: Eozinofilik Granülomatöz Polianjit ve Sifiliz
A Case with Two Rare Etiologies of Ischemic Stroke: Eosinophilic Granulomatosis with Polyangiitis and Syphilis
Ahmet Akpınar, Irmak Salt, Işıl Kalyoncu Aslan, Eren Gozke
doi: 10.14744/bmj.2021.57442  Sayfalar 139 - 141
Polianjitis ile birlikte olan eozinofilik granülomatöz, önceki adıyla Churg-Strauss sendromu, nadir rastlanılan; astım, eozinofili ve sistemik vaskülit ile seyreden bir hastalıktır. Eozinofilik granülomatöz polianjit iskemik inmenin nadir nedenleri arasında gösterilebilir. Nörosifiliz ise geniş klinik belirtileri nedeniyle birçok hastalığı taklit edebilen ve sıklıkla tanısı atlanılan bir hastalık olup, bu hastaların bir kısmı günümüzde acil servislere akut inme ile gelmekte ve ancak bu şekilde tanı almaktadır. Buradaki olgu iskemik inmenin iki nadir nedeni bir arada olduğu için sunuldu.

13. 
Tekrarlayan Polikondrit: Bir Olgu Sunumu
Relapsing Polychondritis: A Case Report
Ayşe Ünal Enginar, Cahit Kaçar
doi: 10.14744/bmj.2021.83584  Sayfalar 142 - 144
Tekrarlayan polikondrit kıkırdak dokularda tekrarlayan ve progresif inflamasyonla karakterize nadir otoimmün bir hastalıktır. Auriküler kıkırdak, en yaygın klinik bulgusu ve en sık başlangıç tutulum yeridir. Nazal kondrit hastaların %15’inde vardır. Nazal kartilajın yıkılması ile semer burun deformitesi gelişebilir. Burada, 38 yaşında nazal kondrit ile başlayan semer burun deformitesi gelişen ve rinoplasti sonrasında tekrarlayan polikondrit tanısı alan bir hasta sunuldu.

LookUs & Online Makale