ISSN 2149-0287
Boğaziçi Tıp Dergisi - Bosphorus Med J: 9 (1)
Cilt: 9  Sayı: 1 - 2022
EDITÖRDEN
1. 
Frontmatters

Sayfalar I - X

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2. 
Pulmoner Emboli Şiddet İndeksi ve Basitleştirilmiş Pulmoner Emboli Şiddet İndeksi Risk Skorlarının COVID-19 Hastalarındaki Prognostik Değeri
Pulmonary Embolism Severity Index and Simplified Pulmonary Embolism Severity Index Risk Scores are Useful to Predict Mortality in Patients with COVID-19
Gönül Açıksarı, Mehmet Koçak, Yasemin Çağ, Sacit İçten, Mustafa Çalışkan
doi: 10.14744/bmj.2022.93824  Sayfalar 1 - 8
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut pulmoner embolide mortalite tahmininde Pulmoner Emboli Şiddet İndeksi (PESI) ve basitleştirilmiş Pulmoner Emboli Şiddet İndeksi (sPESI) gibi prognostik değerlendirme araçları kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, COVID-19 hastalarının prognozunda PESI ve sPESI skorlarının uygunluğunu değerlendirmek ve orijinal ile basitleştirilmiş PESI'lerin prognostik değerliliklerini karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif, tek merkezli kohort çalışması olarak tasarlanan çalışmada PESI ve sPESI'yi hesaplamak için hastane yatışında elde edilen tıbbi veriler kullanıldı. Hastalar PESI ve sPESI kullanılarak düşük risk ve yüksek risk gruplarına ayrıldı. Primer sonlanım noktası hastane mortalitesi olarak belirlendi. Düşük ve yüksek riskli hastalarda skorların spesifite, prediktif değerleri ve sensitiviteleri ölçülerek doğrulukları değerlendirildi. Modellerin ayırt edici güçlerini karşılaştırmak için de ROC eğrisi altındaki alan hesaplandı.
BULGULAR: PESI ve sPESI, mortaliteyi öngörmek için benzer duyarlılıklara (%82,1'e %84,6) ve negatif prediktif değerlere (%96,7'ye %97) sahipti. Mortaliteyi öngörmek için ROC eğrisi altında kalan alan PESI için 0,82 (p<0,001) ve sPESI için 0,72 (p<0,001) saptandı. Hastane mortalitesini tahmin etme güçleri PESI ve sPESI için benzer saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 hastalarında PESI ve sPESI skorları ile hastane mortalitesi tahmin edilebilir ve risk sınıflandırması kolaylaştırılabilir.

3. 
Kronik İnsomni Hastalarının Bağlanma Stilleri, Algılanan Stres Düzeyleri ve Stresle Başa Çıkma Tarzları
Attachment Styles, Perceived Stress Levels, and Coping Styles of Chronic Insomnia Patients
Esra Aydın Sünbül
doi: 10.14744/bmj.2022.78942  Sayfalar 9 - 15
GİRİŞ ve AMAÇ: İnsomni yaygın uyku bozukluklarından biridir. Yararı olmayan bilişsel süreçler ve kişilerarası faktörler uykusuzlukta rol oynar. Bu çalışmanın amacı kronik insomni tanısı alan bireylerin bağlanma stillerini, algılanan stres düzeylerini, stresle başa çıkma tarzlarını incelemek ve bu parametreler arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya ICSD-3'e (International Classification of Sleep Disorders) göre Kronik İnsomni tanısı alan 40 hasta ve 40 sağlıklı kontrol dahil edildi. Hastalara Sosyodemografik Veri Formu, Uykusuzluk Şiddeti İndeksi (ISI), Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ), Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ), Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği, Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri 2 (YİYE 2) uygulandı.
BULGULAR: Hastaların ortalama ISI puanı 19.5±5.5, ortalama toplam PUKİ puanı 14.3±3.7 idi. Hasta grubunda orta-lama ASÖ skoru 31.0±8.9 idi ve anlamlı olarak yüksekti (p<0.001). Stresle baş etme tarzları incelendiğinde hasta grubunda çaresiz yaklaşım anlamlı derecede daha fazlayken (p=0.002), kendine güvenli yaklaşım ve iyimser yak-laşım kontrol grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.036, p=0.001). Bağlanma stillerine bakıldığında kronik insomni hastalarında kaygılı bağlanma kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.022). ISI skoru ile kaygılı bağlanma, ASÖ skoru, kendine güvenli yaklaşım, çaresiz yaklaşım ve optimistik yaklaşım arasında anlamlı korelasyon saptandı (r=0.266, p=0.017; r=0.607, p=0.001; r=-0.254, p=0.023; r=0.278, p=0.012; r=-0.380, p=0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kronik insomniye zemin hazırlayan, tetikleyen ve sürdüren faktörler arasında bilişsel süreçler ve kişilerarası faktörler önemlidir. Uykusuzluk, stres, başa çıkma ve bağlanma biçimleri arasındaki ilişkiyi anlamak hem hastalık sürecinin anlaşılmasını sağlayacak hem de tedaviye yön verecektir.

4. 
Sistemik İnflamatuar Belirteçlerin Huzursuz Bacak Sendromu İçin Tanısal ve Prognostik Göstergeler Olarak Kullanırlılığı
Clinical Usefulness of Systemic Inflammatory Markers as Diagnostic and Prognostic Indicators for Restless Leg Syndrome
Buse Çağla Arı, Esma Kobak Tur
doi: 10.14744/bmj.2022.96967  Sayfalar 16 - 22
GİRİŞ ve AMAÇ: Huzursuz Bacak Sendromu (HBS) patofizyolojisinde demir eksikliği ve dopamin disfonksiyonu en iyi bilinen mekanizmalardır. Enflamasyonun rol oynadığına dair yeni bir bakış açısı ortaya çıkmasına rağmen kanıtlar sınırlıdır. Bu çalışmada, sistemik inflamatuar belirteçlerin hastalıktaki potansiyel rollerini araştırmayı hedefledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışma 70 hasta ve 50 sağlıklı kontrol içermektedir. Hastaların demografik verileri dosyalanmış arşivlerinden kaydedildi. HBS, Uluslararası Uyku Bozuklukları Tanı Kriterleri Sınıflandırması (ICSD-3) ile teşhis edildi ve şiddeti Uluslararası Huzursuz Bacak Sendromu Çalışma Grubu Derecelendirme Ölçeği (IRLSSG) ile değerlendirildi. Hastalar "hafif (1-10)", "orta (11-20)", "şiddetli (21-30)" ve "çok şiddetli (31-40)" olmak üzere dört alt gruba ayrıldı. 8 saatlik açlığı takiben medial kübital venden kan örnekleri alındı. Kırmızı hücre dağılım genişliği (RDW), trombosit-lenfosit (PLR), nötrofil-lenfosit (NLR) ve C-reaktif-protein-albümin (CAR) oranları hesaplandı ve kontrol grubu verileri ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: Gruplar arasında cinsiyet ve yaş açısından fark tespit edilmedi. Hastalarda ortalama NLR 3.42±2.2 ve kontrollerde 1.44±0.64 (p=0.001), PLR hastalarda 200.54±180.67 ve kontrollerde 63.39±13.76 (p=0.001) ve RDW hastalarda 50.06±4.27 ve kontrol grubunda 45.43±4.28 saptandı (p=0.001). Tüm belirteçler hasta grubunda istatistiksel olarak daha yüksekti. RDW, %85.7 duyarlılık ve %40.0 özgüllük ile 37.4'te öngörücüydü. NLR %58.57 duyarlılık ve %96 ile 2.33'te, PLR %65.71 duyarlılık ve %98 özgüllük ile 95.34'te öngörücüydü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PLR, NLR ve RDW'nin hastalarda istatistiksel olarak daha yüksek olması, periferik inflamasyon ile HBS arasında bir ilişki olduğu hipotezini desteklemektedir. Ayrıca, PLR, NLR ve RDW, hastalığı öngörmek için biyobelirteçler olarak kullanılabilir. Hastalığın doğasını anlamak için ek araştırmalara ihtiyaç vardır.

5. 
Glisemik Kontrol Sağlanan Diyabetik Retinopatisi Bulunmayan Tip 2 Diyabet Hastalarında Meydana Gelen Multifokal Elektroretinografi Değişiklikleri
Evaluating the Influence of Long Term Glycemic Control on Multifocal Electroretinography in Type 2 Diabetic Patients without Retinopathy
Ümit Çallı, Aysüşe Yeşim Oral, Süleyman Kuğu
doi: 10.14744/bmj.2021.94840  Sayfalar 23 - 29
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı, glisemik kontrolün iyi olmadığının göstergesi olarak HbA1c kan düzeyi yüksek diyabet hastalarında glisemik kontrol sonrası meydana gelen multifokal elektroretinografi değişikliklerinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, diyabetik retinopati tespit edilmeyen, HbA1c düzeyi 8’in üzerinde olan 40 diyabet hastası glisemik kontrol için diyabet merkezine yönlendirilmiştir. Üç ayda bir bakılan HbA1c değerleri sonunda başlangıca göre 1 birim HbA1c düşüşü sağlanan hastalar çalışma grubunu oluştururken (n=24), yeterli düşüş sağlanamayan hastalar kontrol grubunu oluşturmuş (n=16) ve çalışma grubunu oluşturulan hastaların HbA1c düşüşü sağlandıktan sonra (ortalama 13,5 ay), kontrol grubunun ise birinci yıl kontrolünde tekrar multifokal elektroretinografi kayıtları alınmıştır.
BULGULAR: Başlangıç HbA1c değeri çalışma grubunda 8,7±0,6, kontrol grubunda 8,4±0,5 iken glisemik kontrol son-rası çalışma grubunda 7,5±0,5, kontrol grubunda 8,35±0,4 olarak ölçülmüştür. Çalışma grubundaki HbA1c değerindeki bu düşüş istatistiksel olarak anlamlı iken (p=0,01), kontrol grubundaki değişiklik istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p=0,275). Hastaların kadran ve halka analizleri sonucunda; multifokal elektroretinografi p1 ve n1 dalga amplitüd ve implisit zamanlarında başlangıca göre glisemik kontrolü iyi olan çalışma grubunda istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik tespit edilmezken; glisemik kontrolü iyi olmayan kontrol grubunda da istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik tespit edilmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada hem glisemik kontrol ile HbA1c düşüşü sağlanan hem de glisemik kontrol sağlanamayan hasta grubunda multifokal elektroretinografide yaklaşık bir yıllık takip sürecinin sonunda anlamlı bir değişiklik saptan-mamıştır. Bunun nedeni glisemik kontrol sağlanmasına rağmen diyabet hastalarında retinopatinin ilerlemesi olabileceği gibi birinci kernel yanıtlarının iç retina katlarının fonksiyonlarını yeteri kadar göstermemesi nedeniyle de olabileceği, bu nedenle çalışmanın ikinci kernel yanıtlarının değerlendirildiği başka bir çalışma ile desteklenmesi gerektiği düşünülmektedir.

6. 
Rektal Prolapsusta Sadece Presakral Mesh Uygulanması Yeterli Midir? Tek Merkez Deneyimimiz
Is it Sufficient to Apply Only Presacral Mesh in Rectal Prolapse? Our Single-Center Experience
Orhan Aras
doi: 10.14744/bmj.2021.64507  Sayfalar 30 - 35
GİRİŞ ve AMAÇ: Rektal prolapsus hala etyolojisi belli olmayan sosyal problemlere sebep olan bir hastalıktır. Çalışmamızda kliniğimizde uyguladığımız presakral mesh uygulaması ve perineal cerrahi prosedürlerinin sonuçlarını karşılaştırıp yöntemlerin etkinliğini tesbit etmeyi hedefledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2014-2020 tarihleri arasında sadece rektal prolapsusu olan hastalarda komorbiditesi yüksek olanlara peri-neal cerrahi, komorbiditesi düşük olanlara ise rezeksiyonsuz presakral mesh uygulaması yapıldı. Ameliyat öncesi ve sonrası takiplerinde hastaların semptomları Roma II ve Boutsis Ellis kriterlerine göre standartize edilip karşılaştırıldı.
BULGULAR: Rektal prolapsus nedeniyle abdominal (n=15) ve perineal prosedür uygulanan (n=5) toplam 20 hastanın sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. İki grup arasında yaş (p=0,041), ASA (American Society of Anesthesiology) skoru (p=0,000), uygulanan anestezi tipi (p=0,016) arasında istatistiksel olarak anlamlı fark mevcuttu. Abdominal grupta kabızlık şikayeti ameliyat öncesi ve sonrası yapılan değerlendirmede istatistiksel olarak anlamlı farklı bulundu (p=0,000). Perineal grupta ise anlamlı fark saptanmadı (p=0,151). İnkontinans şikayeti ise abdominal grupta ameliyat sonrası istatistiksel olarak anlamlı ölçüde azalırken (p=0,000), perineal grupta semptomların evrelerinde azalma olmasına rağmen semptomu devam eden hasta sayısında anlamlı fark görülmedi (p=0,07).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sadece presakral mesh uygulaması rektal prolapsuslu hastalarda düşük komplikasyon riskiyle uygulanabilecek etkili bir minimal invaziv yöntemdir.

7. 
Penoscrotal Web and its Repair in Children
Çocuklarda Penoskrotal Perde ve Onarımı
Okan Alkış, Bekir Aras, Mehmet Sevim, İbrahim Güven Kartal, Oğuzhan Yusuf Sönmez, Fatih Uruç
doi: 10.14744/bmj.2021.70894  Sayfalar 36 - 39
GİRİŞ ve AMAÇ: Penoskrotal web peniste şekil bozukluğuna neden olan ve erişkinlikte cinsel ilişki sırasında sorunlara yol açabilen skrotum cildinden penis ventral derisine uzanan deri uzantısıdır. Penoskrotal web onarımı için V-Y plasti, ikili Z plasti, V plasti ve ikili V plasti teknikleri tanımlanmıştır. Biz de çalışmamızda ikili V plasti tekniği ile penoskrotal web onarımı yaptığımız hastaların sonuçlarını paylaşmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde sünnet öncesi değerlendirme sırasında penoskrotal web saptanan ve sünnet ile beraber web ona-rımı yapılan 30 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalara ikili V tekniği ile web onarımı yapıldıktan son-ra sleeve tekniği ile sünnet yapıldı. Operasyondan 1 ay sonra kontrol edilen olguların kozmetik sonuçları değerlendirildi.
BULGULAR: Kliniğimizde 2017–2019 arasında 30 hastaya sleeve tekniği ile sünnet ile beraber ikili V plasti ile penos-krotal web onarımı yapıldı. Hastaların yaş ortalaması 3,70±3,68 yıl idi. Genel anestezi altında opere edilen olgular aynı gün sorunsuz olarak taburcu edildi. Operasyondan 1 ay sonra kontrole çağrılan hastaların kozmetik sonuçları değerlendirildi. Tüm hastaların weblerinin ortadan kalktığı görüldü. Sirkumsizyon insizyonunun ve penoskrotal bölgedeki yara yerlerinin sorunsuz iyileştiği tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Penoskrotal web onarımında literatürde birçok farklı teknikler tarif edilmiştir. Biz de kliniğimizde ikili V plasti tekniğini başarı ile uygulamaktayız. Literatürde az sayıda çalışma bulunan penoskrotal web onarımı sonuçlarımızı ortaya koyarak literatüre katkı sağlayacağını düşünmekteyiz.

8. 
Vitiligo Hastalarında Plazma Vitamin D Düzeyi
Plasma Vitamin D levels in Patients with Vitiligo
Nebahat Demet Akpolat, Ahmet Metin
doi: 10.14744/bmj.2022.96158  Sayfalar 40 - 45
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmadaki amacımız 25 OH Vitamin D’nin, vitiligo tipi ve klinik özellikleriyle ilişkisi bulunup bulunmadığını ortaya koymak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza 60 vitiligo hastası ve 60 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Hastalar 4 gruba ayrıldı; kış dönemi yeni vitiligo tanısı alanlar (K-VH), kış dönemi sağlıklı katılımcılar (K-SG), yaz dönemi yeni vitiligo tanısı alanlar (Y-VH) ve Y-SG yaz dönemi sağlıklı gönüllüler (Y-SG). Katılımcıların yaş cinsiyet, kendisinde veya ailesinde otoimmün hastalık varlığı, vitiligonun klinik tipi (lokalize (fokal, segmental, mukozal), yaygın (akrofasiyal, vulgaris, karışık tip) ve üniversal) ve 25 (OH) Vitamin D düzeyleri bakıldı.
BULGULAR: Çalışmada 62 (%51,7) erkek, 58 (%48,3)kadın katılımcı vardı. Vitiligo hastalarının yaş ortalamaları 42.2±13.29, kontrol grubunun yaş ortalamaları ise 30.5±12.6’ydı.. Grupların yaş ve cinsiyet bakımından benzer olduğu görüldü (p>0,05). Vitiligonun klinik tipleri ve otoimmun hastalıklarla arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark tespit edimedi (p>0, 05). K-VH ve Y-VH hastaların 25 (OH) Vitamin D düzeyleri, K-SG ve Y-SG göre isttiksel olarak düşüktü (p < 0,05). K-VH ile Y-VH arasında ve K-SG ile Y-SG arasında 25 (OH) Vitamin D düzeyleri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05) K-VH ve Y-VH’deki otoimmun hastalığı bulunan olguların 25 (OH) Vitamin D düzeylerinin ile klinik tipine göre 25 (OH) Vitamin D düzeylerinin arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Vitiligo hastalarında ve vitiligoya eşlik eden başka otoimmun hastalık varlığında, normal populasyona göre plazma 25 (OH) vitamin D seviyesi daha düşük düzeyde bulunmaktadır. Vitiligo aktivasyonunun kontrolü ve ikincil otoimmun hastalıkların önlenmesinde, vitamin D desteğini etkili olabilir.

9. 
Adolesanlarda Bel Ağrısının Paraspinal Kas Volümleri Üzerine Etkisi
The Effect of Low Back Pain on Paraspinal Muscle Volumes in Adolescents
Fatma Esra Bahadır Ülger, Özge Gülsüm İlleez
doi: 10.14744/bmj.2022.43434  Sayfalar 46 - 53
GİRİŞ ve AMAÇ: Adolesanlarda lomber disk hernisiyle (LDH) birlikte olan ve olmayan bel ağrısının multifidus (MF), erektör spina (ES) ve psoas major (PM) kas volumleri üzerine etkisi olup olmadığını araştırmak.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 205 bel ağrılı adolesan hasta LDH olan (grup A) ve olmayan (grup B) olmak üzere iki gruba ayrıldı. MF, ES ve PM volümleri, L4-5 ve L5-S1 intervertebral disk seviyesinden aksiyel T2 ağırlıklı görüntüler kullanılarak ölçüldü.
BULGULAR: İki grup arasında L4-5 ve L5-S1 seviyelerinde bilateral MF, ES ve PM volumlerinde anlamlı fark yoktu. Grup A’da L4-5 seviyesinde sağ taraf ES volumleri soldan (sağ/sol p=0.000/p<0.05), L5-S1 seviyesinde sağ MF ve ES volümleri soldakilerden anlamlı düzeyde düşüktü (MF p=0.008/p<0.05; ES p=0.000/p<0.05). Grup B’de L4-5 seviyesinde sağ MF ve ES volumleri soldakilerden (MF right/left p=0.001/p<0.05; ES p=0.000/p<0.05), L5-S1 seviyesinde sağ MF, ES ve PM volümleri soldakilerden anlamlı düzeyde düşüktü (MF p=0.001/p<0.05; ES p=0.000/p<0.05; PM p=0.024/p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Paraspinal kas volüm kaybı erişkinlerde olduğu gibi adolesan yaş grubunda da bel ağrısının bir sonucu olarak görülebilir. LDH’nin bu yaş grubunda sıklıkla santral yerleşimli olması nedeniyle paraspinal kas volum kaybına etkisi olmadığı düşünülebilir.

10. 
Omuz Ağrılı Hastalarda iPhone Uygulaması ile Omuz Aktif İç Rotasyon Hareketinin Ölçümünün Geçerlik ve Güvenilirliği
Validity and Reliability of iPhone Application in Active Internal Rotation Measurement of Shoulder in Patients with Shoulder Pain
Bilinç Doğruöz Karatekin, Sinem Çiçek, Afitap İçağasıoğlu
doi: 10.14744/bmj.2022.86547  Sayfalar 54 - 59
GİRİŞ ve AMAÇ: Omuz eklem hareket açıklığını (EHA) ölçmek için kullanılabilecek düşük maliyetli bir alternatif, iPhone® (Apple, Cupertino, CA, ABD) ve çeşitli akıllı telefonlarda bulunan açıölçer uygulamalarıdır. Bu çalışmada omuz ağrısı olan hastalarda akıllı telefon ile omuzun aktif iç rotasyon EHA ölçümünün geçerliliği ve güvenilirliği araştırıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon, omuz yan dal polikliniğine başvuran omuz ağrısı olan 18 hasta ve daha önce omuz ağrısı yaşamamış 18 gönüllü çalışmaya dahil edildi. Omuz iç rotasyon hareket açıklığı ölçümleri hem standart gonyometre hem de iHandy uygulaması ile her katılımcı için ayrı ayrı 1 fizik tedavi uzmanı ve 1 fizyoterapist tarafından yapıldı.
BULGULAR: Uygulayıcılar arasında ICC değerlerinin büyük oranda 0,99'dan büyük olduğu ve tutarlılığın çok güçlü olduğu görülmektedir. Hem gonyometre ölçümü hem de uygulama ölçümü için, gözlemciler arasındaki uyumluluk 0,92'nin üzerinde bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, iPhone uygulaması ile omuz iç rotasyon hareketini ölçmenin güvenilir ve geçerli bir yöntem olduğunu göstermektedir.

OLGU SUNUMU
11. 
Perianal Bölgenin Nadir Görülen Bir Lezyonu, Anjiyomiksoma: Olgu Sunumu
A Rare Lesion in Perianal Area, Angiomyxoma: Case Report
Sümeyra Emine Bölük, Süleyman Atalay, İlker Sücüllü
doi: 10.14744/bmj.2021.13007  Sayfalar 60 - 62
Anjiomiksoma özellikle doğurganlık çağındaki kadınlarda nadir görülen bir yumuşak doku lezyonudur. Çoğunlukla perine, pelvis, gluteal bölgede ortaya çıkar. Yüksek oranda rekürrens göstermesi nedeniyle cerrahisi önem taşımaktadır. Olgumuzda perineal hemanjiyom ön tanısıyla opere edilen, patolojik değerlendirmesi anjiyomiksoma olarak rapor edilen 39 yaşındaki kadın hasta sunulmuştur.

12. 
Kronik Böbrek Yetersizliği Tanılı Dev Böbrek Taşlı Olguda Bilateral Laparoskopik Piyelolitotomi: Olgu Sunumu ve Literatürün İncelenmesi
Bilateral Laparoscopic Pyelolithotomy for Chronic Renal Failure with Giant Kidney Stones: Case Report and Review of Literature
Serkan Akan, Aytaç Şahin, Ayhan Verit
doi: 10.14744/bmj.2021.79664  Sayfalar 63 - 66
Kronik böbrek yetmezliği ile birliktelik gösteren büyük taşlı böbrekler ülkemiz gibi taş hastalığının endemik olduğu bölgelerde nadir değildir. Bu hastaların yüksek oranda ek vasküler hastalıklara sahip olması ve artmış kanama eğilimleri tanı ve tedavide çeşitli zorluklar çıkarabilir. Günümüz ürolojisinde sıklıkla ve güvenle uygulanan perkütan nefrolitotomi gerek kanama gerekse nefron kaybı endişesi ile bu olgular için tartışılabilir hale gelebilir. Biz bu gibi durumlarda laparoskopik piyelolitotominin güvenle uygulanabileceğini düşünüyoruz.

13. 
Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması Kurumu (TMK 432) Uygulamada Tam Olarak Koruyucu mu? Bir Olgu Sunumu
Is the Institution for the Restriction of Freedom for the Purposes of Protection (TCC 432) Fully Protective in Practice? A Case Report
Mehmet Hamdi Örüm
doi: 10.14744/bmj.2021.47550  Sayfalar 67 - 70
Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kurumu uygulamada istemsiz/zorunlu yatış ve tedavi kavramını ele almakta ve uzun yıllardır sosyal, psikolojik ve etik yönleriyle tartışılmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 432. maddesinde kapsamı açıklanan istemsiz yatış ve tedavinin asıl eleştirilen tarafı, karar ve denetleme mekanizmalarının yetersiz olmasıdır. Bu yazıda, bir olgudan yola çıkılarak istemsiz yatış ve tedavi uygulamalarının ortaya çıkarabildiği mağduriyetin literatür eşliğinde tartışması amaçlanmıştır. Sonuç olarak, daha tıbbi, etik ve insani bir düzenlemeye acilen ihtiyaç duyulduğu önerilmektedir.

KISA RAPOR
14. 
Pandemi Döneminde İnme Merkezimizde İntravenöz Trombolitik Tedavi Uygulaması Azaldı mı?
Has IV TPA Application Decreased in Our Stroke Center During the Pandemic Period?
Işıl Kalyoncu Aslan, Leyla Ramazanoğlu
doi: 10.14744/bmj.2022.63325  Sayfalar 71 - 72
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale