ISSN 2149-0287
Boğaziçi Tıp Dergisi - Bosphorus Med J: 9 (4)
Cilt: 9  Sayı: 4 - 2022
ÖN SAYFALAR
1. 
Frontmatters

Sayfalar I - VIII

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2. 
Akut İskemik İnmede C-Reaktif Protein/Albümin Oranlarının Etyoloji ve Prognozla İlişkisi
The Relationship of CRP/Albumin Ratio with Etiology and Prognosis in Acute Ischemic Stroke
Mustafa Ülker, Saime Füsun Domac, Mehmet Demir, Rahşan Karacı
doi: 10.14744/bmj.2022.60352  Sayfalar 209 - 215
GİRİŞ ve AMAÇ: İnflamasyonun, aterosklerozda hem başlangıçta hem de progresyonda rolü olduğu bilinmektedir. C-reaktif protein ve albüminin her ikisi de inflamasyonun bir göstergesidir ve ateroskleroz ile bağlantılıdır. C-reaktif proteinin albümine oranının (CAR), C-reaktif protein ve albümin arasındaki dengeyi yansıttığı ve sistemik inflamasyonda prognostik önemi olduğu düşünülmektedir. CAR ile akut iskemik inme arasındaki ilişki henüz bilinmemektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2016-Ocak 2018 tarihleri arasında hastanemiz nöroloji bölümünde yatan 477 hasta ile enfeksiyonu ve bilinen tiroid hastalığı olmayan 189 kontrol olgusu incelendi. İlk 24 saat içinde başvuran hastaların inme şiddeti Ulusal Sağlık Enstitüsü İnme Ölçeği (NIHSS) puanı ile değerlendirildi. CAR ile inme şiddeti, erken prognoz ve etyolojik alt tipler arasındaki ilişki değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 69.54±12.8 yıl, %52.2’si erkek ve %47.8'i kadındı. Ortalama CAR değerleri hasta grubunda 66.79±9.0, kontrol grubunda 36.19±3.56 idi. İki grup arasında anlamlı fark vardı (p<0.001). NIHSS'ye göre sınıflandırılan hafif, orta ve ağır gruplarda (<8, 8-14,>14) CAR değerleri açısından belirgin farklılık vardı (60.7±8.5; 87.7±9.53; 89.04±12.02) (p=0.0019). Aterotrombotik grupta ve kardiyoembolik grupta ortalama CAR değeri sırasıyla 94.553±9.36 ve 60.974±9.36 idi ve iki grup arasında anlamlı fark vardı (p=0.004). Erken prognoz açısından, iyi prognozlu hastaların (mRS= 0-2) ve kötü prognozlu (mRS= 3-6) hastaların ortalama CAR değerleri sırasıyla 60.72±8.86 ve 85.16±9.33 idi. CAR değerleri ile erken prognoz arasında güçlü bir istatistiksel ilişki vardı (p<0.001). Yaş ve cinsiyete göre istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yüksek CAR değerlerinin inme şiddeti, kötü erken prognoz ve aterotrombotik inme ile ilişkili olduğunu gösteren bulgular, bu değerlerin inmenin prognozu ve etyolojik alt tipleri için öngörücü bir belirteç olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir.

3. 
Lomber Dar Kanallı Yaşlı Hastalarda Cerrahi Dekompresyonun Klinik ve Radyolojik Sonuçları
The Clinical and Radiological Outcomes of Surgical Decompression in Older Patients with Lumbar Spinal Stenosis
Şevki Gök, Merih İş, Alp Karaaslan, Recep Başaran, Neşe Keser, Mehmet Zafer Berkman
doi: 10.14744/bmj.2022.51423  Sayfalar 216 - 221
GİRİŞ ve AMAÇ: Lomber spinal stenoz (LSS), bel ağrısı veya bel ağrısı olmadan ortaya çıkabilen, bel omurgasındaki nöral ve vasküler elemanlar için mevcut alanın azalmasıyla ilişkili klinik bir kalça veya alt ekstremite ağrısı sendromudur. Bu çalışmanın amacı, dejeneratif LSS hastalarında lomber dekompresyonun klinik ve radyolojik sonuçlarını analiz etmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroşirürji Kliniğinde dejeneratif LSS'li hastalar geriye dönük olarak incelendi. Radyolojik değerlendirmeler manyetik rezonans görüntülemeyle Extreme PACS sistemi (2010) ile ölçüldü. Klinik sonuçlar VAS ve JOA skorları ile değerlendirildi. Sonuçlar için Odom kriterleri kullanıldı.
BULGULAR: Altmış beş yaş üstü dejeneratif LSS'li 35 hastaya posterior dekompresyon ameliyatı uygulandı. Katılımcıların %40'ı (n=14) erkek, %60'ı (n=21) kadındı. Ortalama yaş 63,34±8,08 yıldı. Alan ölçümleri, modifiye edilmiş alan ölçümleri, sağ ve sol lateral girintinin AP çap ölçümleri, sağ ve sol lateral transvers AP çap ölçümleri, sağ ve sol nöral foramen AP çap ölçümleri ameliyat sonrasında belirgin artma gösterdi. VAS ve JOA skorlarının ameliyattan sonra azaldığı tespit edildi. Odom kriterlerine göre; 14 hastadan mükemmel, 12 hastadan iyi, 9 hastadan orta sonuç alındı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Cerrahi sonrası VAS ve JOA skorlarındaki iyileşme yönünde azalmalar belirgindir. Cerrahi sırasında foraminotomi ve lateral girintinin genişlemesi, 65 yaşın üzerindeki dejeneratif LSS hastalarının yaşam kalitesini artırmış ve postoperatif radyolojik belirteçleri iyileştirmiştir.

4. 
Sağlık Çalışanlarında Uyku Bozukluğu ve Psikolojik Belirtilerin Yaygınlığı ve Aralarındaki İlişki: Çok Merkezli Kesitsel Çalışma
The Prevalence and Correlates of Sleep Disturbances and Psychological Symptoms in Healthcare Workers: A Multi-Center Cross-Sectional Study
Sacit İçten, Gülcan Koyuncu
doi: 10.14744/bmj.2022.53315  Sayfalar 222 - 233
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, sağlık çalışanlarında gündüz uykululuk, uyku kalitesi ve psikolojik belirtileri araştırmak ve aralarındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, tanımlayıcı kesitsel ve gözlemsel özelliktedir. İstanbul ilinde bulunan altı kamu sağlık kurumunda görev yapan gönüllü sağlık çalışanları çalışmaya dahil edildi. Sosyodemografik bilgileri sorgulayan kişisel bilgi formu, Epworth Uykululuk Ölçeği (EUÖ), Pittsburgh Uyku Kalite İndeksi (PUKİ) ve psikolojik belirti durumunu belirleyen Kısa Semptom Envanteri (KSE) tüm katılımcılar tarafından dolduruldu.
BULGULAR: Yaş ortalaması 32,10 (±8,83) yıl olan %22,9 erkek toplam 1126 gönüllünün verileri analiz edildi. Sağlık çalışanlarında aşırı gündüz uykululuk hali, düşük uyku kalitesi ve psikopatolojik belirtiler normal popülasyona göre yüksek saptandı; sırasıyla %19,2, %52,0, %45,7 idi. Cinsiyet, meslek grubu, mesai türü ve nöbet sayısı değişkenlerine göre EUÖ ve PUKİ skorlarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. EUÖ ve PUKİ skorları ile psikopatolojik belirtiler arasında anlamlı ilişki gözlemlendi (p=0,000). Psikopatoloji belirtileri olanlarda mesai türüne göre gündüz uykululuk hali ve uyku kalitesi açısından fark görülmedi (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sağlık çalışanlarında ağır iş yükü ve iş stresi uyku problemlerine ve psikolojik belirtilere neden olmaktadır. Kaliteli ve verimli sağlık hizmetleri için sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ve saatleri düzenlenmeli, stres yönetimi ve uyku hijyeni eğitimi verilmelidir.

5. 
Tiroid Fonksiyon Testleri ile COVID-19 Arasındaki İlişkinin Araştırılması: Geriye Dönük Bir Çalışma
Investigation of the Relationship Between Thyroid Function Tests and COVID-19: A Retrospective Study
Hakan Aydın, Halil Doğan
doi: 10.14744/bmj.2022.39358  Sayfalar 234 - 241
GİRİŞ ve AMAÇ: Dünya çapında bir pandemiye neden olan koronavirüs hastalığı (COVID-19), çeşitli organ ve sistemleri bozmaktadır. COVID-19'un tiroid ekseni üzerindeki etkileri belirsizliğini korumaktadır. Bu çalışmanın amacı, COVID-19 hastalarında tiroid fonksiyon testlerindeki değişiklikleri incelemek ve bu değişikliklerin prognozu öngörmedeki etkinliğini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma, COVID-19 şüphesiyle acil servise başvuran 1891 yetişkin hastada yürütüldü. COVID-19 tanısı revers transkriptaz-polimeraz zincir reaksiyonu (rt-PCR) ile doğrulandı ve hastalar COVID-19 olan ve olmayan olarak iki gruba ayrıldı. COVID-19 hastaları klinik şiddet ve prognozlarına göre gruplara ayrıldı. Gruplar serbest triiyodotironin (FT3), serbest tiroksin (FT4) ve tirotropin (TSH) düzeyleri açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan hastaların %54.7'sinin COVID-19 olduğu laboratuvar testi ile doğrulandı. COVID-19 hastalarında hastaneye yatma oranı %56.7, yoğun bakım ünitesine kabul oranı %7,7 ve hastane içi ölüm oranı %5.4’tü. COVID-19 hastalarının çoğu (%60.1) ötiroiddi. COVID-19 olan hastalarda COVID-19 olmayan hastalara kıyasla hipertiroidi (aşikar %3.7-%1.3, p=0.001; ikincil %13.6-%4.6, p<0.001) ve tiroid dışı hastalık sendromu [non-Thyroid illness Syndrome (NTIS)] (%18.9-%3.0, p<0.001) görülmesi daha yaygındı. COVID-19'lu hastalarda, COVID-19 olmayanlara kıyasla daha düşük TSH ve FT3 düzeyleri ve daha yüksek FT4 düzeyleri vardı (p<0.001). Benzer şekilde COVID-19 hastaları arasında hayatta kalanlara kıyasla ölen hastalarda daha düşük TSH ve FT3 ve daha yüksek FT4 seviyeleri görüldü (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Düşük TSH ve FT3 düzeyleri ile birlikte yüksek FT4 seviyeleri COVID-19'un akut fazında ortaya çıkan bir NTIS tipini temsil edebilir. Bu model, COVID-19 hastalarında kötü sonlanımın bir göstergesi gibi görünmektedir.

6. 
Omurga Deformiteli Hastalarda Torakal Seviyede Uygulanan Pedikül Çıkarma Osteotomisi Sonuçlarımız
The Evaluation of Effectiveness of Pedicle Subtraction Osteotomy on Thoracic Level in Spinal Deformity Patients
Emre Bal
doi: 10.14744/bmj.2022.82687  Sayfalar 242 - 247
GİRİŞ ve AMAÇ: Kemik dokusunda yapısal değişiklikler olan rijit omurga deformitelerinin cerrahi tedavisinde klasik enstrümantasyon yetersiz olabilir. Bu tür rijit deformiteleri düzeltmek için birçok farklı osteotomi türü tanımlanmıştır. Bu çalışmada, koronal ve/veya sagital düzlem spinal deformitesi olan hastalarda torasik düzeyde uygulanan pedikül çıkarma osteotomisinin (PSO) klinik ve radyolojik sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2010-2013 yılları arasında spinal deformite nedeniyle PSO uygulanan 123 olgunun 61'i çalışmaya dahil edildi. Ameliyat öncesi ve sonrası ortoradyografi yapıldı; açılar (skolyoz, kifoz, lordoz açıları) ve global sagital denge ölçüldü. Operasyon süresi, kanama ve komplikasyonlar kaydedildi. Klinik sonuç için SF-36 skorlaması kullanıldı.
BULGULAR: Bu çalışma, 28’i skolyoz, 23’ü kifoz ve 10’u ankilozan spondilit olgusu olmak üzere 30 erkek ve 31 kadın hastadan oluşuyordu. Postoperatif ortalama Cobb açısı %62, sagital denge %42, kifoz açısı %38, torasik kifoz açısı %61 ve lordoz açısı %19,44 olarak düzeltildi (p<0,001). Radyolojik veriler değerlendirildiğinde PSO cerrahisi sonrası kifoz ve lordoz açılarında anlamlı düzelme gözlendi. SF-36'nın sekiz parametresi tüm hastalarda artış gösterirken, ağrı parametresinde en az değişiklik gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PSO cerrahi tekniği, lomber bölgede ve torasik düzeyde sagital denge bozukluğu olan spinal deformitesi olan hastalarda etkilidir.

7. 
Geriatrik Kalça Kırıklarında Tiroid Hastalıklarının Mortalite ve Klinik Sonuçlar Üzerine Etkisi
The Effect of Thyroid Disorders on Mortality and Clinical Outcomes in Geriatric Hip Fractures
Olgun Bingöl, Güzelali Özdemir, Burak Kulakoğlu, Taner Karlıdağ, Enver Kılıç, Fatih İnci
doi: 10.14744/bmj.2022.42204  Sayfalar 248 - 252
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, geriatrik kalça kırığı olan hastalarda tiroid fonksiyon bozukluklarının postoperatif mortalite ve klinik sonuçlara etkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışmaya Ocak 2019-Ekim 2020 tarihleri arasında kalça kırığı ile başvuran 139 hasta dahil edildi. Hastalar tiroid fonksiyon testlerine göre sırasıyla ötiroid, hipotiroid ve hipertiroid olmak üzere üç gruba ayrıldı. Grup 1 ötiroid sınırları içinde 97 hastadan, grup 2 hipotiroidili 18 hastadan ve grup 3 hipertiroidili 24 hastadan oluşturuldu. Tiroid bozukluklarının 30 günlük ve bir yıllık mortalite üzerine etkisi değerlendirildi. Ayrıca gruplar arasında yoğun bakım ihtiyacı ve yoğun bakımda kalış süreleri incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan hastalarda 30 günlük mortalite oranı %6,5, bir yıllık mortalite oranı ise %23,7 olarak bulundu. Çalışmaya alınan 139 hastadan 44'ünün yoğun bakıma alınması gerekti. Hipotiroidili hasta grubunda 30 günlük ve bir yıllık mortalite oranları sırasıyla %16,6 ve %22,2 olarak tespit edildi. Hipotiroidi grubunun %55,6'sı diğer gruplardan anlamlı olarak daha yüksek oranda yoğun bakım ünitesinde tedavi gördü (p=0,045). Çalışmaya alınan hastaların ortalama kalış süreleri 7,14±4,61 gündü. Grup 2'de ortalama kalış süresinin grup 1 ve grup 3'e göre daha uzun olduğu gözlendi, ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,330).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Preoperatif dönemde hipotiroidili geriatrik kalça kırıklarında, postoperatif dönemde yoğun bakım ihtiyacı ve yoğun bakımda kalış süresi uzamıştır. Bu nedenle hipotiroidili geriatrik kalça kırığı olan hastaların perioperatif dönemde yakın takip edilmesi önerilmektedir.

8. 
Retinal Ven Tıkanıklığına Sekonder Gelişen ve İntravitreal Ranibizumab Enjeksiyonuna Dirençli Maküler Ödemin Tedavisinde İntravitreal Deksametazon İmplantının Etkinliği
Efficacy of Intravitreal Dexamethasone Implant in the Treatment of Macular Edema Secondary to Retinal Vein Occlusion and Resistant to Intravitreal Ranibizumab Injection
Ayşe Ergin, Banu Açıkalın, Sevda Aydın Kurna, Yelda Özkurt, Eda Asılyazıcı, Ayşe Sönmez, Murat Yamiç, Fatih Bilgehan Kaplan, Murat Garlı
doi: 10.14744/bmj.2022.93276  Sayfalar 253 - 261
GİRİŞ ve AMAÇ: Retinal ven tıkanıklığı (RVT) diyabetik retinopatiden sonra en sık görülen ikinci retinal vasküler hastalıktır. Retinal ven tıkanıklığına sekonder maküler ödem en sık görme kaybı sebebidir. Bu çalışmanın amacı, RVT sekonder gelişen ve en az üç aylık tekrarlayan intravitreal ranibizumab enjeksiyonuna (İVRE) dirençli maküler ödemin tedavisinde intravitreal deksametazon implantının (İVDİ) etkinliğini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sağlık Bilimleri Üniversitesi İstanbul Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’ne Ocak 2016-Ocak 2018 tarihleri arasında RVT ile başvuran ve en az üç ay süreyle tekrarlayan İVRE’ye rağmen dirençli maküler ödemi nedeniyle İVDİ yapılan 42 hastanın 42 gözü çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen hastaların retrospektif olarak İVDİ’den sonraki birinci, ikinci, üçüncü ve altıncı aylardaki düzeltilmiş en iyi görme keskinliği, göz içi basıncı ve ortalama santral maküler kalınlıkları karşılaştırıldı.
BULGULAR: İVDİ öncesi düzeltilmiş en iyi görme keskinliği 0.83±0.48 “Logarythm of Minimum Angle of Resolution” (LogMAR) bulundu. İVDİ sonrası düzeltilmiş en iyi görme keskinliği birinci ayda 0.55±0.42 LogMAR, ikinci ayda 0.52±0.43 LogMAR, üçüncü ayda 0.62±0.47 LogMAR, altıncı ayda 0.75±0.54 LogMAR bulundu. İVDİ öncesinde ortalama santral maküler kalınlıkları 550±156.53 µm bulundu. İVDİ sonrası ortalama santral maküler kalınlıkları birinci ayda 427.53±165.52 µm, ikinci ayda 382.8±156.48 µm, üçüncü ayda 382.35±160.37 µm, altıncı ayda 435.83±176.57 µm ölçüldü. İVDİ sonrası birinci, ikinci ve üçüncü aylarda İVDİ öncesine göre düzeltilmiş en iyi görme keskinliğinde istatistiksel olarak anlamlı artış ve ortalama santral maküler kalınlıkların da istatistiksel olarak anlamlı azalma raporlandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: RVT’ye bağlı maküler ödem tedavisinde düzeltilmiş en iyi görme keskinliğinde artış ve santral maküler kalınlıkta azalma sağladığı ve bu kazancın devam edebilmesi için tekrarlayan enjeksiyonlara ihtiyaç duyulduğu görüldü. Tekrarlayan enjeksiyonlarla, enjeksiyonlar arası sürenin azalıp azalmayacağı ve gerek göz içi basınç artışı gerekse katarakt gelişiminin değişip değişmeyeceğinin ortaya konulması için uzun dönem sonuçlara ihtiyaç vardır.

9. 
Pediyatrik Kalp Cerrahisinde Ultra-Fast-Track Ekstübasyon Deneyimlerimiz
Ultra-Fast-Track Extubation Experience in Pediatric Cardiac Surgery
Mustafa Şimşek, Şefika Türkan Kudsioğlu
doi: 10.14744/bmj.2022.58815  Sayfalar 262 - 265
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmada, pediyatrik konjenital kalp cerrahisi sonrası erken ekstübasyonun etkinliği ve güvenirliği değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2014-2015 yılları arasında pediyatrik kalp cerrahisi uygulanan 32 hasta çalışmaya alındı. Hastaların tanıları: atriyal septal defekt (sekiz hasta), ventriküler septal defekt (yedi hasta), fontan prosedürü (dört hasta), kava pulmoner anastomoz (altı hasta), fallot tetralojisi (dört hasta), pulmoner arterden kaynaklanan anormal sol koroner arter (iki hasta) ve çift çıkışlı sağ ventrikül (bir hasta) şeklindeydi. Hastaların kardiyopulmoner baypas, kros klemp, ekstübasyon, reentübasyon ve yoğun bakımda kalış süreleri kaydedildi.
BULGULAR: Hastalar cerrahi sonrası ameliyathanede (ultra-fast-track ekstübasyon) ekstübe edildi. Bir hastada iki saat sonra yeniden entübasyon gerekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pediyatrik kalp cerrahisi hastaları için ultra-fast-track ekstübasyon yaklaşımlarında, dikkatli preoperatif değerlendirme, perioperatif yönetim, olguların özelliği ile birlikte hasta seçimi oldukça önemlidir. Çalışmamızda erken ekstübasyonun güvenli bir şekilde yapılabildiği görüldü.

10. 
Nonbiliyer Akut Pankreatit Nedeniyle Takip Edilen Hastaların Etyoloji, Prognoz ve Mortalite Açısından Değerlendirilmesi
Assessment of Patients Monitored for Non-Biliary Acute Pancreatitis in Terms of Etiology, Prognosis, and Mortality
Zeynep Koç, Seydahmet Akın, Banu Boyuk, Özcan Keskin
doi: 10.14744/bmj.2022.13245  Sayfalar 266 - 271
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, iç hastalıkları kliniğinde takip edilen nonbiliyer akut pankreatit tanılı olguların etyolojik nedenlerinin, prognozlarının ve mortalite oranlarının incelenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Ocak 2016-Haziran 2021 tarihleri arasında klinik takibi yapılan 73 hasta dahil edildi. Değerlendirmeye alınan hastaların yaş, cinsiyet, kronik hastalık varlığı, akut pankreatite bağlı gelişen lokal ve sistemik komplikasyonlar, yoğun bakıma gidiş, ölüm sıklığı ve klinik takip süresi incelendi.
BULGULAR: En sık etyolojik neden idiyopatik (%40) iken, bunu hiperlipidemi (%24) ve alkol (%6) izlemekte idi. İleri yaş (65 yaş ve üstü) Ranson skoru yüksek tespit edilen hastalarda daha anlamlı yüksek görüldü (p=0,001; p<0,01). Cinsiyet ve etyolojik neden ile prognoz arasında ilişki gösterilemedi (p>0,05). Ek hastalık varlığı ve yüksek Ranson skoru arasında anlamlı ilişki tespit edildi (p=0,045; p<0,05). Olguların %56’sında rekürren akut pankreatit yatışı gözlemlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İleri yaş ve ek hastalık varlığının akut pankreatit şiddetine anlamlı katkı yaptığı görülürken, etyolojik faktörlerin prognoz üzerine etkisi çalışmamızda gösterilememiştir. Olguların %56’sında rekürren akut pankreatit görülmüştür.

OLGU SUNUMU
11. 
Konjenital Miyotoni: Becker Varyantı Olgu Sunumu
Myotonia Congenita: Case Report of Becker’s Variant
Okan Akşahin, Mehmet Güney Şenol
doi: 10.14744/bmj.2022.52244  Sayfalar 272 - 275
Miyotoni, kas hiperekstabilitesinin neden olduğu ve gecikmiş relaksasyon sonucunda ortaya çıkan bir bulgudur. Miyotoninin görüldüğü iki hastalık grubu, musküler distrofilerden miyotonik distrofi ve kas iyon kanalı hastalıklarından nondistrofik miyotonilerdir. Konjenital miyotoni; yaygın kas hipertrofisi, ilerleyici olmayan miyotoni, ani kas kasılması sonrası gevşemekte güçlük ile karakterize, iskelet kasının nadir görülen kalıtsal bir hastalığıdır. Burada 59 yaşında, son bir yıldır bacaklarda artan kas güçsüzlüğü, ağrı ve kas sertliği nedeniyle beyin cerrahisi kliniğine başvuran, lomber spinal stenoz (L2-3-4) teşhisi koyularak operasyon planlanan ve cerrahi öncesi tarafımıza yönlendirilen, yapılan klinik değerlendirme ve elektromiyografi sonucunda konjenital miyotoni tanısı alan bir olgu sunuldu. Konjenital miyotoni bazı hastalarda subklinik seyredebilir ve eşlik eden semptomatik spinal kord patolojisi varlığında tanınması güç olabilir. Tanı koyulduğunda perioperatif kompikasyonların önlenmesi açısından cerrahi öncesi anestezistlerin bilgilendirilmesi çok önemlidir.

12. 
Drug Related Thyroid Myopathy: Hoffmann’s Syndrome Case Report
İlaç İlişkili Tiroid Miyopati: Hoffmann Sendromu Olgu Sunumu
Cansu Gülcihan Türkok, Okan Aksahin, Ceyda Dogan, Mehmet Güney Şenol, Mehmet Fatih Özdağ
doi: 10.14744/bmj.2022.09226  Sayfalar 276 - 278
Hipotiroidi, doku düzeyinde tiroid hormonu yetersizliği veya nadiren etkisizliği sonucu ortaya çıkan, metabolik yavaşlama ile giden bir hastalıktır. Hipotiroidi miyopatisi bu endokrin hastalığın seyri süresince gelişen bir kas hastalığıdır. Bu hastalık yaygın kas güçsüzlüğü, kas ağrıları ve kramplar ile karakterize olmaktadır. Bu olguda hipotiroidi miyopatisine bağlı gelişen Hoffmann sendromlu bir hastanın klinik, laboratuvar bulguları ve düzenlenen hormon replasman tedavisine verdiği iyi yanıt aktarılmaktadır. İki yıl önce Graves hastalığı tanısı alan 22 yaşında erkek hasta, 1,5 yıl önce tirotoksikoz nedeniyle bilateral tiroidektomi operasyonu geçirmiştir. Tarafımıza başvurusunda 150 mcg/gün L-tiroksin kullanmaktaydı. Hastanın öyküsünde iki ay önce vücut geliştirme amacıyla doktor tavsiyesi olmadan kendisine intramusküler hormon tedavisi uygulandığı öğrenildi. İki ay önceki metil-testosteron kullanımından üç hafta sonra başlayan ve bir aydır artarak devam etmekte olan yaygın kas krampları, güçsüzlük, kas ağrısı şikayetleri ile tarafımıza başvurdu. Laboratuvar bulgularında sT3, sT4 düzeyi düşük, tiroid stimülan hormon ve kreatinin kinaz düzeyi yüksek saptandı. Proksimal kaslarda belirgin hipertrofik görünümü olan hastaya Hoffmann sendromu tanısı koyularak levotiroksin tedavisi 250 mcg/gün olarak düzenlendi. Hastanın takipleri sırasında klinik ve laboratuvar bulgularında tam düzelme gözlenmiş olup takip ve tedavisi devam etmektedir.

DERLEME
13. 
İskemik İnmede Nötrofiller, Lenfositler ve Trombositlerin Rolleri
The Role of Neutrophils, Lymphocytes, and Platelets in Ischemic Stroke
Hatice Ferhan Kömürcü
doi: 10.14744/bmj.2022.48030  Sayfalar 279 - 285
Akut iskemik inmede gelişen patolojik değişiklikler, inflamasyon ve immün olaylarla ilişkilidir. Serebral iskemi sürecinde trombositler, nötrofiller ve lenfositler, inflamatuvar ve immün olaylarda önemli bir role sahiptir. İnme sonrası steril inflamatuvar yanıtta kan hücrelerinin ve bağışıklığın etkilerine ilişkin belirsizlikler devam etmektedir. Akut inmede iskemik hasarın gelişmesinde kan hücreleri önemli bir rol oynar. Trombositler, damar duvarındaki yolu açmada dolaşımdan iskemik bölgeye nötrofillerin göçüne katkıda bulunur ve nötrofiller hasarlı bölgeye geçer. Ayrıca akut inmede, lenfositler hasara bazen pozitif bazen de negatif mekanizmalarla katılır. Bu hücrelerin dinamik değişiklikleri, inmenin nörolojik hasar derecesi ile ilişkili olabilir. İnmede kan hücrelerinin ve patofizyolojik mekaniz-maların araştırılması tedavi yaklaşımlarının belirlenmesine ve prognozun öngörülmesine katkı sağlayacaktır. Bu makale, akut inmede iskemik hasarın gelişimi ve prognozunda nötrofillerin, lenfositlerin ve trombositlerin rolüne ilişkin son çalışmaları gözden geçirmektedir.

LookUs & Online Makale